22 ağustos 2014 / bianet
ünlü irlandalı yazar james joyce’a atfedilen bir anekdot vardır, sıkça da dillendirilir. yazarın günün birinde dublin tümüyle yıkılırsa, yazdığı ulysses adlı romanından yararlanılarak yeniden ve aynen kurulabileceğini şu sözleriyle ifade ettiği söylenir: “dublin’in, bu kentin görüntüsü bir gün yeryüzünden silindiğinde, bir rehber kitap gibi, ulysses'e bakarak, yeniden, eksiksiz bir biçimde kurulsun istiyorum.” dublin yıkılmasın, eğer yıkılırsa gerçekten bu romanda yazılanlara göre yeniden kurulur mu bilmiyorum. ama bir yazarın kentini tarihe mal olacak şekilde anlatması çok önemli, tarihi yazma konusunda tarihçilerden daha sağlam bir yolmuş gibi gelir bana. o yüzden de bir kenti yazan, hem de unutulacak ve kaybolacak yanları başta olmak üzere, bir kente dair olan biteni yazıp anlatan insanlara her zaman saygı duyarım. bu hafta iki kitabından söz edeceğim sevgili dr. nedim ince de onlardan birisi bana göre. onunla aynı yıl doğmuşuz; babam ortaokulu bitirdiğim sırada okuldan aldığım kuleli askeri lisesi’ne başvuru formumu imzalamış olsaydı, muhtemelen sınıf arkadaşı da olacakmışız. ama yaşamlarımız oldukça koşut sürmüş: ayrı üniversitelerin tıp faküllerinde okumuş olsak da “hekimlik” yapma konusunda uzaktan da olsa “yollarımızın çakıştığı” söylenebilir. öte yandan seçtiğimiz tıp alanları farklı olsa da asıl çakışmanın mesleğimizin gereği olan “toplumun sağlık eğitimi” konusunda da olduğunu, asıl onu tanıyınca fark ettim. o mesleki yaşamını sürdürdüğü mersin’de ben istanbul’dan başlayarak ülkenin pek çok yerinde, hemen hemen aynı zamanlarda, üyesi olduğumuz hekim örgütlerinin faaliyetleri çerçevesinde değişik yayın organlarında yazılar yazmış, yayınlarda konuşmuş, hatta radyolarda program yapmışız. bunları yapmaya başlarken de haberdar değildik aslında ve çok sonraları gerçekten kesişti yollarımız ve yaptıklarımızın “koşut” olduğunu o zaman fark ettik ve sevdik birbirimizi. sanal ortamda başlayan tanışıklık, sonrasında da yüz yüze getirdiğinde, çok iyi anımsıyorum; sanki on yıllardır tanışan iki arkadaş gibi hissetmiştik ikimiz de kendimizi. mersin’de yelken kulübün terasında oturmuş içten ve teklifsiz bir şekilde sohbet ederken fark ettik benzer yanlarımızın çokluğunu. belli ki yaptıklarımızdaki koşutluk azlında düşüncelerimizden kaynaklanıyordu. yaşamı tek yönlü ve tek boyutta kalmadan, sorumluluklarının gereğini yerine getirerek, üstelik de bunları yaparken “mevki, şan, şöhret ve paraya prim vermeden” sürdürmek bu koşutluğun ana unsurlarıydı. nedim o buluşmadan sonra her hafta pazar günü yaşadıklarından süzdüğü duygularını içeren mesajları yolladığı kişilerin arasına beni de kattı. ilk başlarda bana özel olarak gönderildiğini sandığım bu telefon mesajlarına yanıt da verdim. sonraları yalnızca ondan gelenler beni mutlu etmeye yetti. epey oldu, yayınlandığından haberdar olduğum iki kitabını bana yolladı, sağ olsun. oldukça uzun bir zaman içinde sindire sindire okudum yazdıklarını. bitirdiğimde de onlardan söz etmenin, en azından benzerlerini yapmaya niyetlenen, ya da aklından geçirenleri biraz daha cesaretlendirir diye gerekli olduğunu düşündüm. her iki kitap da aynı zamanda basılmış. kitapların basımında emeği geçen yayıncı celal soykan ilk okuduğum “mersin’den hayata dair esintiler”kitabının girişinde yazdığı sunuş yazısında neredeyse benimle aynı düşüncede olduğunu şöyle vurguluyor: “yaşanılanı görüleni ve duyulanı hemen tüketmeye ayarlı zihin, kayıt tutmayı savsaklar; bellekte korumanın biricik olanağı olan yazıyı ihmâl eder. bunu derinden fark eden nedim ince, mersin için bir sosyo-kültürel seyir defteri düzeyinde gazete yazıları yazmaya başlar. bu yazıların hemen okunup tüketilmeye dirençli birer deneme niteliğin, dolayısıyla birer edebi metin olduğunu not etmemek haksızlık olur.” gerçekten de kitabı okuyup bitirdiğimde hem çok şey öğrendim, hem öğrendiklerimden giderek başka yerlere ulaştım, hem de okurken zaman zaman yaptıklarımla benzerlik görerek keyif de aldım. bitirdiğim sırada kitabın üzerine de şunları yazdım: “ ‘tarihe not düşmek, bir kentin belleğini oluşturmak’ için yazılmış bu yazılar.” sonra tam o sırada bir hayal geldi çarptı bana, sonradan joyce’un söylediğini anımsatan. ören yerlerinde sıkça şunlar aklıma düşmüş bir şekilde dolaştığımı anımsadım: bir kent düşünün tümüyle yıkılmış; üzerinde durduğunuz toprakta bir kentin olduğunu biliyorsunuz ama geçmişten kalan, görünen hiçbir iz yok ortada. sanki hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi; ne dilerdiniz? ben kendiminkini söyleyeyim: sevgili nedim ince’nin yazdığına benzer bir kitabı ya da kitapları... ya orada toprağın derinliklerinde, ya da bilinmedik bir yerdeki bir kütüphanede bulmak ve okumak. onların içinde yer alan, o kente dair yazılmış her şeyin, başta insanlar ve yaşamları, orayla ilişkileri olmak üzere, orada olan biten, yaşanan, yapılan, inşa edilenlerin anlatıldığı metinleri okumayı isterdim. bu metinlerin kimi edebi, kimi kurmaca olabilir, kiminde tarih anlatılırken kent bir fon olarak yer alır belki ama onların her biri o kenti gerçekten de yeniden var etmeye yeter. işte bence “yazı”nın da, “yazın”ın da, “yazar”ın da gücü buradadır. onun için çok değerlidir bunlar bence; her şey yok olduktan sonra bile kalma potansiyeli çok fazla olduğu için çok da önemlidir. nedim ince belki böyle bir hayal için değil ama geleceğe bir “iz koymak”, “belleklerin ihanetine” karşı durmak için yazmış o “esintiler”le gelen mersin’i. kitapta yazıların aralarına serpiştirilmiş eski fotoğraflar da o yazılarla bütünleşerek bir tür kent monografisi ortaya çıkarıyor. kitabı okurken bilmediğim bilgileri edindiğimi söylemiştim. kitapta yer alan 66 yazı içinde hiç bilmediğim ve tanımadığım insanlar vardı. tevfik sırrı gür, dr. erdal akalın, hastalara hizmet ederken hastanenin nöbet odasında kalbine yenik düşen sağlık memuru süleyman sözen, şair doktor kenan karadoğan, devlet hastanesi müdür yardımcısı osman tuğrul, ortopedi uzmanı fevzi muharremoğlu, 1960 ihtilalinin genç subaylarından irfan solmazer, cildiye uzmanı cafer gürbüz, radyocu raşit doğan, ‘kendi masalını boyayan’ ressam doğan akça, benim de arkadaşım olan ve aynı yayın organlarında yazı yazan yeter özdemir şahin, ressam ahmet yeşil bunların arasında adından özellikle söz ettiği kişiler. o insanları tanımanın, kimisiyle birlikte bir şeyler yapmanın insanı ne kadar zengin kılacağını, ne önemli deneyimler sağlayacağını düşünmemek elde değil. bazı insanlar bu açıdan “şanslı”dırlar. bazı insanlar da şansı kendileri yaratır. sanırım ince’de ikisi bir araya gelmiş. bu insanların her birinin ayrı bir hikâyesi var, ince’nin incelikle dillendirdiği. örneğin “tevfik sırrı gür”ü bu kitabı okuyana kadar futbol maçlarının radyodan naklen yayını sırasında anons edilen mersin’deki stadın adından bilirdim, ama mersin’de 1943-47 arasında dört yıl valilik yapan bir bürokrat olduğunu ve kente çok sayıda eser kazandırdığını onun yazılarından birinden öğrendim. bir de “kıbrıs”ta olduğum bir yılı aşkın dönemde karşılaşmadığım, karşılaştıysam da farkına varmamış olduğum “kıbrıs akasyaları”nı da onun bu kitabından öğrendim. nedim ince bu kitaptaki yazılarında kendi yaptıklarından da söz ediyor. özel ilgi alanlarından birisi olan yelken sporuna dair pek çok bilgiyi ve bu alanda yapılanlara dair kayıtlara ayrıntılarıyla yer vermiş. yerel medya benim de ilgi alanlarımdan birisini oluşturan, onun da önce gelen uğraşlarından birisi olduğu için önemli konu başlıklarından birisi. kitapta yer alan pek çok yazıda doğrudan ya da dolaylı olarak mersin’deki yerel medyadan söz edilmiş. bu konu çerçevesinde pek çok başlık ve önemli sorun bu kitap içindeki çeşitli yazılarda ele alınıyor ve bir anlamda bu ildeki yerel medyanın durumunu öğrenirken, aslında bu alanda nelerin, nasıl yapılması gerektiğine dair bir tür rehberi de ortaya koyduğunu görüyoruz. kitabın içinde kentin, kentte yaşayan insanların sorunlarından yola çıkarak yazdığı yazılar da var; dahası çözüm önerileri de. arada çok yerinde ve dikkât çekici sorular sormadan da edemiyor sevgili nedim ince: “yaşamımızın çizgisini biz mi çiziyoruz? yoksa bize çizilen çizgileri mi takip ediyoruz?” diyor örneğin. gelin de bu sorunun yanıtını verin... tabii sorular yanında bazı önemli ve üzerinde epey düşünülüp “felsefesi” yapılacak saptamaları da var. “dere ve hayat” adlı yazısının sonunda dile getirdiği şu sözlerdeki “doğru”ları yadsımak mümkün mü!... “doğduğumuz andan itibaren ölüme doğru yolculuğumuz başlıyor. yaşamımız kâh sessiz ve sakin akarken kâh büyük çalkantılarla devam etmektedir. önümüze çıkan engellerin bazen etrafından dolaşırken bazen de üzerinden geçip gidiyoruz. hayatın oluşturduğu yaşam yatağının bentlerini bazen zorlar, yatağımızdan taşarken, çoğunlukla kaderimize razı hayatın bize çizdiği sınırlar içinde yolculuğumuzu sürdürüyoruz. yatağımız içinde oradan oraya akarken ne kadar çok değişiklik yaşadığımızı düşünerek, hayatın kaderini elimizde tuttuğumuzu düşünerek mutlu oluyoruz. etrafımızda, ürettiklerimizden yararlanmayı uman avcıların dolaştığını görüyoruz. bazen biz kendimiz paylaşırken ürettiklerimizi mutlu oluyor, bazen de zorla alınması sonucunda yoksunluk ve acı çekiyoruz. sonuçta deredeki suyun denize ulaşıp yolculuğunu tamamlaması gibi biz de yaşamın sonuna ulaşıp hayat yolculuğunu tamamlıyoruz; bazen dingin, bazen çılgın...” bir hekim olarak sağlığın ve insanıyla birlikte kentin sağlığından, oradan yola çıkarak sağlıktan, sağlık örgütlerinden, sağlık örgütleri içinde yapılanlardan söz eden yazıları da var bu ilk kitabın içinde. ama sağlıkla ilgili asıl yazılarını yolladığı diğer kitap olan “sağlık olsun / hastalık-hasta-hekim” de toplamış. içinde de “73” yazısı yer alıyor sevgili nedim ince’nin. bunu okurken de yine yıllar öncesine gittim ister istemez. türk tabipleri birliği yayınları arasında 2003 yılında basılmış olan “köşeli yazılar” adlı kitabımda yer alan pek çok başlık ya da konunun sevgili nedim’in de üzerinde durup irdelediği konular arasında yer alması beni etkiledi. bu konular arasında tıp tarihi, tıp etiği, hekim yemini, hasta hekim iletişimi, aydınlatılmış onam, tıpta karar süreçleri, sağlık eğitimi, hekimliğin ve hekimlerin temel özellikleri, tıbbın ve sağlık hizmetinin anlam ve işlevi, tanı tedavi süreçlerinde temel ilkeler, alternatif tıp, ötenazi, kürtaj vb. gibi pek çok önemli başlık var. kitabı okurken yeniden düşündüm bu konuları. üstelik kendi yazdıklarımı da anımsadım ve üzerinde düşündüm, bazı noktaların altını çizdim, yazıların yanlarına bazı notlar koydum. zaman zaman bazı noktalarda da farklı düşüncede olduğumuzu fark ettim. örneğin hepimizin yaşadığı bazı sorun alanlarında hem yaklaşım hem de çözüm olarak farklılıklarımızın olduğunu gördüm. tam da buradan yola çıkarak bir de ödev koydum önüme, “farklı bir yerden bakarak, yani ‘hak temelli bir sağlık’ anlayışıyla aynı konular yeniden yazılmalı” dedim kendi kendime. ama “sağlık olsun” kitabının benimkinden üstün bir yanı daha var. kitabın ikinci bölümü diyebileceğim yaklaşık 100 sayfalık kısmında, toplumumuzun ve insanlarımızın sıkça yaşadığı ve merak ettiği güncel sağlık sorunları üzerine sunduğu temel bilgileri de vermiş. bu anlamda kitap bir tür “sağlık rehberi” haline gelmiş, hem sağlıkçı, hem de sağlık konusunda bilgilenmeke isteyecek herkes için. ilk yardım ve egzersizden başlayarak, bir sağlıkçı ya da kuruma başvurmayı gerektiren ağrı, kronik ağrı, aşı, besin zehirlenmesi, yaz ishalleri, güneş ve sıcağın etkisiyle oluşan rahatsızlıklar, grip salgınları, hiv-aids, üreme sağlığı, aile planlaması, cinsellik, kanserler, kanser tedavileri vb. çeşitli yakınmalardan başlayarak çok önemli hastalıklara kadar uzanan bir yelpazede gerçekten ve önemli temel bilgileri içeriyor. bence bu bölümü nedeniyle kitabın herkesin elinin altında olması gerekiyor. böylelikle sevgili nedim benim hayallerimden birisini oluşturan bir “sağlıkçıyla ondan yararlanacak olan halkın sağlık bilgisini eşitleyecek bir eğitim”in neredeyse müfredatını ortaya koymuş oluyor. üstelik de doğru saptama ve önerilerle ve akıcı, üstten olmayan, bir sohbet edercesine ve kolay okumayı ve anlamayı sağlayan bir dille... her iki kitabı da bitirdiğimde; bu kitabın ilk sözünde yer alan “hekimin görevlerinden birinin de hastaları ve hasta olmayanları yani tüm halkı sağlık konusunda bilgilendirmek olduğunu öğrendim” şeklindeki sözlerinin gereğini yerine getirdiğini gördüm sevgili nedim’in. o yüzden ona “aklına, yüreğine, emeğine sağlık sevgili nedim ince, sen görevini hakkıyla yerine getirmişsin!..” diyerek yazımı bağlayayım. (ms/yy) * mersin’den hayata dair esintiler, nedim ince, mutluson yayınları, 2013
|
önceki yazılar:
haberler:
Bu sayfa en son 08.09.2014 tarihinde güncelleştirilmiştir. |