4 ocak 2014

başka bir dünya bugünden oluşacak

“oluşumuna, işlemesine ve denetimine katılmadığımız ve işlerliği demokratik olmayan hiç bir organizasyonda yer almayalım.”

bianet.org / 11 Ocak 2014, cumartesi / mustafa sütlaş

küreselleşmiş kapitalizmin “kuralsızlaştırma” ilkesi doğrultusunda “sistemi bozma ya da bozduğun belli olmasın ama, istediğin neyse onu yap” demesi, bir potansiyel ve olanağı kapitalizm karşıtlarına sunuyor. bundan her düzlemde yararlanmak gerekli!

çünkü; tıpkı komünist toplum evresine geçildiğindeki devletin “sönme”si gibi, o toplumun unsurları da bu toplumun bağrında yavaş yavaş oluşacak. bunu hiç unutmamak ve her türlü olanağı iyi kullanmak gerekir.

başka bir deyişle, özlediğimiz o “başka dünya”, önce kurulup sonra da içinde olması gereken unsurlar onun içindeyken oluşturulmayacak. tersine onları şimdiden yaratıp, geliştirmemiz gerekiyor. özlediğimiz “başka dünya” ancak böyle oluşabilir.

gezi parkı direnişi, herkesin artık kabul ettiği gibi “mümkün olan başka bir dünya”nın ipuçlarını hepimize gösterdi, hatta şimdilik çok parlamasa da ışıklarını hepimize ulaştırdı. onun sıcaklığını hissettiğimiz için onun yanına yanaştık, onun içinde olduk zaten.

o yüzden “durmak yok yola devam” bence!...

yaşamı hep o gözle irdelemeli

o süreci deneyimledikten sonra yaşamı elden geldiğince, o sırada yeğlediğimiz bakış açısıyla değerlendirmeyi sürdürüyorum: bu bağlamda da kapitalizmle, kapitalist dünyanın bize dayattığı yaşama ya da davranış biçimlerini kendi yaşam pratiğim üzerinden sorguluyorum.

“bu gerekli mi?”, “yapmasam olur mu?”, “başka türlü yapabilir miyim?”, “yerine ne koydam daha iyi olur?”, “dünyada, başka yerlerde neler oluyor, yapılıyor bu konularda?”, “hiç olmamış, yaşanmamış, denenmemiş bir şey var mı?” hemen her konuda, kendime sürekli sorduğum sorular bunlar.

gündelik yaşamda sıradan, görmediğimiz, önemsemediğimiz ama uyduğumuz, aslında hiç de uymamız gerekli olmayan ve uymayabileceğimiz ne var diye de düşünmemiz gerekiyor.

birkaç yıldır büyük harf kullanmıyorum örneğin. “word” gibi bazı yazı editörleri her noktadan sonra ilk bastığım harfi “büyük harf” olarak yazıyor ve ben her defasında onu geri dönüp küçültüyorum. başka bir yaygın kullanılan ve bunu yapmayan bir editör yazılımı bulduğumda ona geçeceğim hemen.

büyük harf kullanmadığımda yaşamımda bir şeyler eksilmedi, ya da anlattığım durum dışında hiç de zorlaşmadı. tersine, simgesel anlamını başka yararları için uygulamayı salt kendilerine özgü kılmak isteyen bazı arkadaşlarım kızsa da pek çok noktada yararını gördüm. bir çeşit kabullenme, alışma ve giderek ortaya çıkan “eşitlik duygusu” oluştu. bu her şeyden önce ilişkileri kolaylaştırıyor. bizi eşit kılacak şeyleri bulup kendimizi ve davranışlarımızı onlara uydurmalıyız.

başka bir örnek daha var: bazı formlardaki “cinsiyet” hanesini doldurmuyor ve bunu “özellikle” belirtiyor, dahası eleştiriyorum. avrupa’da bazı yerlerde seçeneği çoğaltmışlar; “kadın”, “erkek” dışında bir de “diğer” eklemişler. bir çok insana çok naif gelse de cinsiyetin ve cins kimliğin yalnızca “iki”, “üç” gruba indirgenebileceğini düşünmüyorum. anlamı da yok! bu tutumum, daha eşitsiz durumdaki kadını yok saymak değil değil; tersine cinsiyetin insan olma açısından gerekliliğini tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. onun için böyle bir dayatmada bulunulması da anlamsız geliyor.

ikili sözleşmeler sadece taraflarını bağlar

her türden “ikili” sözleşmenin yalnız taraflarını bağladığı ve bunun için bir tescile gerek olmadığını ve bunun çeşitli biçimlerine ilişkin dayatmaların da anlamsız, dolayısıyla gündelik toplumsal yaşamdan çıkarılabileceğini tartışıyorum kafamın içinde. nasıl kira sözleşmesini herhangi bir yere onaylatma zorunluluğumuz yoksa, buna benzer tüm durumlarda da aynı tutumun geçerli olması gerekir. tıpkı birlikteliklerin resmi “tescil”i gibi.

eğer bir pratik, zorunlu ve daha büyük bir yarar söz konusu değilse, evlilik kurumu da bir “özel sözleşme”ye dayandığı ve yalnız tarafları arasında yapıldığı için “tesciline” gerek olmamalı. kişiler kendi inanç ve düşüncelerine göre bunu özgürce belirlerler ve sözleşirler. bu yaptıklarına da kimse müdahil olmamalı, belirlememeli ve tartışmamalıdır.

her türlü lisanslandırma işlemi de bu yaklaşımla reddedilebilir. bir dayatma, kötüye kullanma, kandırma, haksız çıkar, tarafların dışında üçüncü kişilere yönelik bir zarar ya da olumsuzluk söz konusu değilse; denenmiş ve açıkça bilinir, görülebilir durumdaysa bir tescili, tasdiki zorunlu kılmanın anlamı yalnızca bir erk sahibinin bu özelliğini büyütmek anlamına gelmez mi? yanıt verin:

- “ayakkabınızı boyattığınız boyacıdan diploma istiyor musunuz?”

o zaman neden?

kod, barkod, karekod

herkesin dikkâtini çekiyordur mutlaka: örneğin basılı yayınlar bir kodla, sonra barkodla, şimdi de karekodla “damga(?)”lanıyor. "damga”lanmazsa yok sayılıyor! kimin hangi işine yarıyor?

basit, yararlı, her yerde, her zaman geçerli, bir zararı olmayan bir olanak gibi sunulan bu uygulamanın aslında nasıl bir “kontrol” sistemi yarattığını, daha da önemlisi ona tabi olmayanları, onun içine giremeyenleri nasıl da “dıştalayıp, ötekileştirdiği”ni de üzerinde düşününce fark ettim.

önce ulusal ölçekte olan bu düzenleme şimdi küresel ölçekte uygulamaya konulmuş durumda. dolayısıyla yaygınlığı, büyüklüğü ve aynı oranda da “vahamet”i söz konusu.

sunduğu pek çok olanağın da bu yazıya yönelik olası “itiraz”ların gerekçesi olacağını biliyorum. ama en sonunda söylemem gerekeni en başta söyleyeyim ki bana gerekli ve yararlı gelmiyor. her şeyden önce büyük bir “veri deposu”nu oluşturan nesneler haline getiriyor bizi.

bu basit bir örnek ve düşünüldüğünde pek çok benzer durum, uygulamayla karşı karşıya olduğumuz görülecektir.

ne yapmalı?

konunun iki temel yanı var. birincisi tüm bunlara “değer-önem” vermemeli; ikincisi de asla dahil olmamalı, kullanarak işlemesine destek olmamalıdır bence.

çünkü temel kural bence şu olmalıdır: “düşünsel tasarımı ve tartışılma evresi, pratikte oluşturulması ve uygulanmasına, işler durumda tutulmasına ve nihayet denetimine katılmadığımız süreçlerin asla içinde olmamalı, işlerliği demokratik olmayan hiç bir organizasyonda yer almamalıyız.”

çünkü içinde bulunduğumuz ve bize dayatılan sistemin tümü böyle işleyen ve bizi mahkum ve mecbur eden yapıların üzerinde yükseliyor. en zararsızı, hatta pek çok kesimin yararına olan kurumlar ve yapılar bile böyle çalışıyor.

bireyi içinde bulunduğu yapının diğer bireylerinden farklı kılan, onun her türlü sürecine katmadığı tüm organizasyonlar “içindekiler-dışındakiler” ayrımından yola çıkarak bir “iktidar” yaratıyor, giderek o iktidarı hiç de ilgisi, dahli yokken diğerlerine de dayatıyor.

farklı olanı oluşturmak...

yalnızca dahil olmamak mümkün olduğunu söylediğimiz o başka bir dünyanın oluşmasını sağlamayacaktır. onu oluşturabilmek için ihtiyaçlardan yola çıkarak yaşayabilmemiz için gerekli olan organizasyonları da kendimizin düşünmesi, oluşturması, işletmesi ve denetlemesi de gereklidir.

aynı örnek üzerinden yola çıkarsak, eğer böyle bir kayıt ve izleme uygulaması eğer gerekliyse, sisteme içkin bir kayda dayanmayan, ve sistem tarafından kontrol edil(e)meyen anonim, demokratik, erk-iktidar yaratmayan uygulamaları gerçekleştirebiliriz. sanal ortamda işleyen açık sistemler, açık kaynak kodlu yazılımlar gibi doğrudan dayanışmayla süren, gönüllülük ve özgür katılım temelinde oluşturulan ve işletilen modelleri kurmak o “mümkün olan” başka bir dünyanın nüveleri olabilir.

bunu yaparken kolaydan başlamak, örnek oluşturacak konuları seçmek, yaygınlaşabilecek uygulamaları öncelemek yerinde olacaktır.

yeni örnekler yaratmaya, olanları yaygınlaştırıp çoğaltmaya, kısacası başka bir dünyayı bugünden kurmaya başlamaya var mısınız?..


önceki yazılar:

  • bianet’in yaşamımızdaki yeri ve önemi (01.01.2014 / bianet)

      geri  

     

     

     

     

    Bu sayfa en son 18.01.2014 tarihinde güncelleştirilmiştir.