6 ocak 2023 / dereköy
geçen yıl aralığın ikinci haftasında altı gün süreyle ‘üniversite-devlet işbirliği’ ile işletilen bir hastanede yattım. küçük bir operasyon geçirmem gerekiyordu. gereken hizmeti aldım, çok zorlanmadan ve sıkıntı çekmeden sorunum hâlloldu. bu süreçte bana hizmet sunan ve yardımcı olan herkese teşekkür ediyorum.
çıktığım gün, önce telefonuma bir mesaj geldi:
“hastanemiden aldığınız hizmeti değerlendirmek için tıklayınız!” deniyordu.
üzerinde durmadım. ama bir sonraki gün telefonum çaldı. numaraya baktım, ‘182’ yazıyordu, ne olduğunu anlamak için açtım; genç bir kadın sesi adımıla seslenerek önce numarayı doğruladı, sonra da kendisini tanıttı: ‘eylem’
önceki gün çıktığım hastaneyle ilgili bir değerlendirme almak üzere aradığımı söyledi ve yardımcı olup olmayacağımı sordu. ‘olur’ dedim.
sırayla hastaneye ilk yattığım andan başlayarak yararlandığım tüm hizmetlere dair ayrı ayrı değerlendirmeler yapmamı istedi. her işlem için birden beşe kadar puan vermeliydim. dediğini yaptım. bitince teşekkür etti. başka bir diyeceğim olup olmadığını sordu. emekli bir hekim olduğumu, hizmet aldığım kurumda çalışan bir öğretim üyesi arkadaşımın aracılığıyla bu hastaneye yatırıldığımı, yattığım klinikteki herkesin benim o ‘hocanın yakın arkadaşı ve emekli bir hekim’ olduğunu bildiklerini, dolayısıyla özel bir ihtimam gösterildiğini fark ettiğimi, değerlendirmemin de bu bilgi çerçevesinde yarı ve özel bir durum olarak kabul edilmesi gerektiğini belirttim.
verdiği tepkiden ne demek istediğimi anlamadığı sonucunu çıkardım ve hizmete dair değerlendirmemin ‘herhangi bir hastanın aldığı hizmete dair değerlendirme olarak kabul edilmemesi’ gerektiğini altını çizerek yineledim. anladı mı emin değilim ama teşekkür edip kapattı.
çok anlamamış olma ihtimâlini düşünerek, bu konuda bir de böyle bir yazı yazarak hem bu konunun, hem de hastaneden aldığım hizmeti her boyutuyla gerçekten değerlendirmemin, eski bir hekim, hasta hakları aktivisti ve bu alanda iki örgütün kurucusu ve yöneticiliğini yapan birisi olarak görevim olduğunu düşündüm.
‘sağlık hizmeti sunucusu ve alıcısı olmak’
önceki yıl yazdığım ve e-kitap olarak yayınladığım, herkesin ulaşabileceği, “toplumun sağlığı, hekimin hastalığı” adlı kitabımda, aslında, hekimlerin sağlık hizmetinden yararlandıkları sırada neler yaşadıklarını, sağlık çalışanlarının ve meslektaşlarının nasıl davrandıklarını ana hatlarıyla dile getirmiştim.
o kitapta ağırlıkla birinci basamak hizmetler bağlamında bir irdeleme yaptım. çünkü hem kitabın genel teması öyleydi hem de ‘yatarak hizmet alan bir hekim’in deneyimine sahip değildim, tabii bu sırada yaşadıklarından da haberdar değildim.
özellikle hasta hakları ile uğraştığım dönemde, sağlıkçılara bu haklardan ve yapılması gerekenlerden söz ederken, kendilerini hizmet sundukları hastaların yerine koymalarını söyler, özellikle de kendilerinin tanı ve tedavi hizmetlerinden yararlandıkları sırada kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa, hastalarına da öyle davranmaları gerektiğini belirtirdim. sonrasında bu düşüncemi biraz daha ileri götürüp, sağlık hizmeti vermek üzere eğitim alan herkesin, eğitimi sırasında bir pratik uygulama olarak bir sağlık kurumuna başvurmasının yararlı olacağını, hem ayaktan hem da yatarak alınan hizmetlerden bir alıcı, yararlanıcı olarak deneyimlemesi gerektiğini önermeye başlamıştım. sonrasında bunun bir uygulama olarak aktif eğitim metotları içinde yer almaya başladığını sevinerek öğrenmiştim. bazı tıp fakültelerinde öğrenciler, hasta ya da hizmet talebiyle başvuran rolüne girerek, bir oyun ya da simülasyon olarak bunları deneyimliyorlardı.
yine aynı dönemde, böyle bir eğitimi almayan, herhangi bir nedenle hastaneye yatmayan birisi olarak, bu alanda yazılmış çizilmiş yayınlardan ve edindiğim bilgilerden yararlanarak, ayrıca kendi sunduğum hizmet sırasında öğrendiklerimden yola çıkarak bu hizmet sırasında sahip olunan ve herkese eşit olarak sunulması gereken hakları ortaya koymuş, dahası dernek olarak bir “değerlendirme formu” geliştirmiştim.
şimdi bu formu yeniden gözden geçirmeden önce, geçen haftaki hastane maceramdan yola çıkarak nelerin olması, yapılması gerektiğine dair düşüncelerimi ortaya koymak istiyorum.
sağlıkçılar ve hekimler ‘yatan’ hasta olursa
en başta belirtmeliyim ki bu konuda asla standart bir tutumdan söz edilemez. çünkü sağlıkla ilgili sorunlar da buna yönelik yapılanlar da her insan, hasta için ‘özel’ ve ‘özgün’dür. çünkü hekimliğin temel kurallarından birisinin ‘hastalık yok hasta vardır’ yaklaşımı olduğunu herkes bilir. öte yandan kimsenin hâli de diğeriyle birebir aynı olmayacağından sunulan ve yararlanılan hizmet de asla aynı olamaz. dahası her yerde olduğu gibi, ne kadar tersi söylenirse söylensin, bu sırada da kişinin ‘statüsü’nün çok büyük önemi vardır.
örneğin herhangi bir insan, birey ile sağlıkçı, yardımcı sağlık personeli ile hekim, hekimle uzman hekim, uzman hekimle akademisyen ya da ’hoca’ olan hekim, aktif çalışan hekimle, emekli hekim arasında, keza hizmeti sunanın doğrudan ya da dolaylı tanıdığı hekimle, öyle olmayan hekim arasında, sunulan hizmet kadar, bu hizmetin sunumu sırasında benimsenen tutum davranış açısından farklılıklar söz konusudur.
hekimler bunu uymak zorunda oldukları ‘deontoloji’nin gereği olarak görürler, bunu ‘akılcı’ hâle getirir ve ‘doğal’ sayarlar. aslında bunun, her mesleği yapan, uygulayan insanların kendi aralarında sürdürdükleri ‘dayanışma’nın da gereği olduğunu da ileri sürerek, özellikle hizmetten yaarlanma söz konusu olduğu durumlarda bunu hararetle savunurlar.
ama işin diğer tarafında şu da bir gerçekliktir: tüm hekimler, mesleği ‘hekim/sağlıkçı’ olan birine, hattâ kendi yakınlarına doğrudan hizmet sunmak da istemezler. bazı durumlarda bu mesleki olarak yasaklanır üstelik. buna çoğu zaman kendilerinin doğrudan tanıdığı hekim arkadaşları da dahildir. onlarla gerektiğinde bilgilerini sunarlar, hattâ danışmanlık da verirler, ama doğrudan bir hizmet alışverişi içinde olmak istemezler.
bunun çeşitli nedenleri vardır. en sık görüleni, hepsinin birbirini, yaptıkları işin içeriğini, dahası hekimlik uygulamasının gerçeklerini ve iç yüzünü bilmeleridir. öte yandan bir sağlıkçı ya da hekime sunulan hizmet sırasında sıklıkla alışıldık rutinlerinden farklı bir şekilde davranırlar. ‘rutinin bozulması’ ise, genellikle bazı ‘hataların’ yapılma sıklığının artırır. doğal olarak da bu da hemen fark edilir ve genellikle ortaya çıkan sonucun ciddiyetine göre bir tepkiye yol açar. bazen ciddi mağduriyetlerle karşılaşılmasına karşın ‘kol kırılır yen içinde kalır’ yaklaşımıyla bunun sorgulanması da söz konusu olmaz genellikle.
gerçekten de meslektaşlarına yönelik gerçekleştirilen tıbbi işlemlerde genel ortalamaya göre daha fazla sorun yaşandığı bu alanda resmi bilimsel veriler olmasa da sağlıkçıların ortak bir kanısıdır.
bu noktada bir diğer önemli sorun da, hekim ya da sağlıkçının zaten bilgisi dahilinde olduğu ya da kolayca bilgi edinebileceği varsayılarak onlara yapılacak işlem ve uygulamalarla ilgili olarak, gerekli bilginin yeterince ayrıntılı ve özenli bir şekilde verilmemesidir.
özetle hizmetten yararlanma noktasında hem ‘pozitif’ hem de ‘negatif’ ayrımcı tutum ve davranışlarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. bu durumun değiştirilmesi gerektiğini düşünmem ve bu düşüncemin doğruluğuna olan inancım nedeniyle kendimin ya da yakınlarımın sağlık hizmet ihtiyaçları gündeme geldiğinde genellikle emekli bir hekim olduğumu hizmetten yararlanma sürecinin başında belirtmemeyi benimsemiş, bu nedenle de sıkça eleştirilmişimdir. ancak bir sorun yaşandığında ya da bir sıkıntı oluşması hâlinde en son kertede bu özelliğin hizmete olumlu bir katkıda bulunacağı düşüncesine varırsam, o zaman durumumu açıklamayı yeğlerim. genellikle bu ‘itiraf’ işe yarar ancak o zaman da, bunu neden daha önce belirtmediğim eleştirisi ile karşılaşırım.
bu yatışımda burada belirttiğim şekilde davranmadım. çünkü yaşamakta olduğum sorunun daha hızlı çözümlenmesini istiyordum. daha önce de belirttiğim gibi, sınıf arkadaşım bir ‘hoca’nın aracılığı ile onun tanıdığı bir başka ve yaşça bizden daha genç bir başka ‘hoca’ya muayene oldum, onun önerisi ve onayıyla kendi servisinde yattım, bu yatış sırasında yine ‘hekim ve hoca yakını’ özelliğimden yararlanarak bana hastanedeki bir özel oda tahsis edildi. bana en uygun zamanda da operasyon gerçekleşti. doğrusu operasyon ve sonrasındaki bakım ve izleme sürecinde de herhangi bir sorun yaşamadım ve sorunum kolaylıkla çözümlenmiş oldu. bu anlamda bir hizmet eksikliği, açığı, ya da yapılmadığı için sorun yaşadığım herhangi bir durum söz konusu olmadı. o yüzden bu süreçte yararlandığım tüm hizmetlere tam puan verdim
‘ama...’
evet, yukarıdaki bir önceki cümleden sonra bir ‘ama...’ bağlacı gerekiyor ve bu ara başlık da bu nedenle atıldı.
şimdi herhangi bir olumsuzluk ya da zarar söz konusu olmasa da yapılması hâlinde ‘daha iyi, etkin ve doğru’ olacağı düşüncesini savunacağım konulardan söz edeceğim.
bunların başında her türlü tıbbi işlem, girişim ve özellikle de operasyonla ilgili bir zorunluluk olan “aydınlatılmış onam” konusu geliyor. herkes gibi bana da yapılacak işlemlerle ilgili oldukça ayrıntılı hazırlanmış bir çok aydınlatılmış onam formu imzalatıldı. doğrusu operasyonun yapılmasınını kendim istediğim için bunları imzalamamam söz konusu olamazdı. ama standart bir metnin okunup imzalanmasının, bu işlemle ilgili bir uygulama olarak, mevcut kurallar çerçevesinde hem etik hem de hukuki olarak geçerli olmadığını, hazırlayanlar da, imzalamam için önüme koyanlar da, asıl muhatap olan ben de biliyorduk. bunun gerekçelerine burada uzun uzun değinmeyeceğim. ama dosya içinde bulunması gereken bir evrak olmasının ötesinde bir işlevi olmayan bu formları çok da önemsemediğimi belirtmeliyim. üstelik söz konusu metinler operasyon öncesi daha dikkâtli okumam için bana elden verilmişti ve operasyon öncesinde dosyama konulacağı belirtilmişti ve onları dikkâtle okudum. başka bir deyişle orada yazılı olan herşeyle ilgili sorma, öğrenme, danışma hakkım ve şansım, olanağım da bulunuyordu. ama bunların bir imkân olarak sunulmuş olması da ne yazık ki “aydınlatılmış onam”ımın alındığı anlamına gelmiyor. herhangi bir olumsuzluk olsaydı, o kağıtlara atmış olduğum imzaların başta operayonu uygulayan helim olmak üzere işlemleri yapan kişileri, bir hak arama sürecinde kurtarmasının mümkün olmayacağını herkes biliyor.
bunun nasıl olması gerektiğine dair ise şu genel bilgiyi paylaşmam yararlı olacaktır: aydınlatma hekimin görevidir ve ‘kişiye ve durumuna özel’dir, o yüzden matbu formlarda verilen bilgiler onun durumunu yansıtmaz. dahası bu sırada hizmetten yararlanan kişinin aklına gelen tüm soruların helkim tarafından yanıtlanması da önemli bir koşuldur; verilecek yazılı onay ve imza ancak bu şarta bağlıdır. sadece ‘okudum anladım, kabul ediyorum’ ibaresinin altına imza atılmış olması yeterli değildir.
tabii ki bu noktada şu söylenebilir: “o ibare yazılıp imzalandığına göre, yapılacak işlemle ilgili olarak kişinin herhangi bir sorusu kalmadığı kabul edilmiş olmaz mı?”
buna yanıtım “hayır! olmaz.” olacaktır. çünkü bilgilenme ve onam süreci dinamik bir süreçtir. söz konusu onam formundaki açıklamalar sadece standart ve genel kuralları kapsamaktadır. yapılacak işlem ya da operasyon kişiye yöneliktir, dolayısıyla onun durumuna özeldir, onun hem kişisel özellikleri, hem de işleme dair bilgilerin derinlemesine sunulması söz konusu olmayacağından eksik, dolayısıyla hizmetten yararlanacak olanın aklına gelebilecek soruların tümünün aklına gelmesi mümkün değildir, dolayısıyla bunlar sorulmamış ve yanıtlanmamış olacaktır.
peki ne olmalıdır?
bunun olası yollarından birincisi ve aklî olanı bu tür ikinci, üçüncü basamak hizmetlerin kişinin birinci basamak hekiminin katılım ve katkısıyla, dahası onun da hizmeti sunan ekip içine dahil edilmesiyle gerçekleşmesidir. bir kişiyi herhangi bir sorunu yokken bilen tanıyan, sorunlarını ve farklı aşamalarını önceden bilen, hastanın sağlığıyla ilgili sorumluluğu üstlenen, ayrıca tıbbi uygulama ve işlemleri bilen, bilmediklerine de erişme ve öğrenme imkânına gerçekten sahip olan bir hekimin aracılığı ve bilgilendirmesi her iki taraf için de işi ve aydınlatmayı kolaylaştırıcı bir unsur olacaktır. ne yazık ki ülkemizdeki aile hekimliği uygulaması böylesi basamaklı bir hizmeti sunma imkânı sağlamamaktadır. dolayısıyla bu olasılık düşünce olarak mevcut olsa da aslında ‘yok’ hükmündedir, yani bir seçenek değildir.
ikinci olasılık operasyonu yapacak olan hekimin, hastayla daha uzun süre hastayla ilişki içinde bulunmasını sağlayacak, bir tür hızlandırılmış ön takip ve bilgilendirme sürecinin uyulanacak işlemden önce yaşanmasıdır. bu ise, hizmet yükü ve sorunun aciliyeti söz konusu olduğunda yine uygulama açısından gerçekleştirilebilir bir seçenek değildir. üçüncü seçenek de özellikle akademik eğitim verilen kurumlarda bu hizmet birimlerinde uygulamalı eğitim alan öğrenci ve aistanların bu noktada hastanın tarafında olmak kaydıyla hastayla ilişki içinde olması ve süreci birlikte yaşaması olabilecektir. ancak öğrenci ve asistanlar kurumlarda uygulanan hiyerarşik sistem nedeniyle, gerek süreç içinde gerekse sonrasında maruz kalabilecekleri olası olumsuzluklardan kaygılanacakları, bu nedenle kendilerini düşünecekleri, dolayısıyla kurumun tarafında olmayı yeğleyeceklerinden bu seçenek de en azından bizdeki alışkanlıklar ve uygulamalar göz önüne alındığında yine bu sorunun çözümünü sağlama açısından işlevsel olmayacaktır.
geriye kalan tek çözüm hastanelerde olması için bir zamanlar çok çabaladığımız, ama şimdi yanlış biçimde kurumu koruyacak şekilde çalışan hasta hakları birimleri’nin yeniden ve doğru bir organizasyonla, yani sivil yapıların da işbirliği ile oluşturulması ve bunların gönüllülerin de katkısıyla gerekli aydınlatma hizmetine en azından katkıda bulunması, hasta açısından gerçek bir danışma görevi sunması olabilir.
burada kurumla hiyerarşik bağ içinde olmayan sağlıkçılar, hasta yakınları, sunulacak hizmet ve yapılacak işlemleri deneyimlemiş eski hastalar, hasta yakınları, hasta hakları örgütleri gönüllüleri görev yapabilirler. ancak bunun da en azından şu andaki yönetim aklı ve uygulaması nedeniyle mevcut duruma bir çözüm getirmeyeceği açıktır.
başka bir deyişle mevcut durumda bu sürecin farklı işlemesi ne yazık ki mümkün görünmemektedir.
ben ne yaptım?
‘yine hekimliğimi ve ilişkilerimi kullandım.’
bana sunulmayan her türlü bilgiyi, bu alanın uzmanı ancak benimle bilgisini paylaşan, danışman olarak yardımcı olan bir arkadaşımdan edindiklerimle tamamladım. nelerin nasıl yapıldığını, öncesinde, işlem sürecinde ve sonrasında nelerin olabileceği, nelerin, nasıl yapılacağını hem önceden hem de yaşayıp deneyimledikçe sorarak öğrendim. öğrendiklerim de tüm süreç boyunca bana çok yardımcı oldu. asıl bilgilenmem ve süreçle ilgili her türkü sorumun yanıtını bulmam ve dolayısıyla kaygılarımdan da kurtuldum. ayrıca o bilgilere sahip olduğum için bana hizmet sunanların işlerini de kolaylaştırdığımı düşünüyorum. peki bunları nedenn hizmeti sunanlara sormadığımı merak edebilirsiniz. onu da hemen söyleyeyim, çünkü bana hizmet sunan uzman ve asistan hekimlerle asla her türlü konuyu soracak bir ilişki içinde olamadım. ancak işlerinin gerektirdiği kadarını eğer katkım gerekecek bir nokta varsa söylüyorlardı. operasyonu yapan hocayı bile tüm bu süreçte toplam üç kere görebildim. dolayısıyla bir eski hekim ve böyle ilişkilere sahip olan birisi olmasaydım, bu süreci çok farklı biçimde yaşamama söz konusu olacaktı.
yine de burada önemli olanın hizmetin sorunsuz gerçekleşmesi olduğunu altını bir kez daha çiziyorum. her kurumun kendi imkân ve koşullarına göre bu konuda bir çözümü bulup uygulamasının gerektiğini düşünüyorum. bu noktada da yukarıda söylediğim ve daha önce bu birimlerin kurulması evresinde bir ‘hasta hakları örgütü’ olarak sağlık bakanlığı’na önerdiğimiz uyguılama planının yerine getirilmesinin pek çok bakımdan sorunu çözecek tek imkân olduğunu düşünüyorum.
tıbbi işlem ve kurumun, hekimin sorumluluğu ne zaman biter?
bu süreçte ayrımına vardığım ve eğer böyle bir deneyime sahip olmasaydım, asla düşünemeyeceğim bir konunun da bu hizmetin önemli bir bileşeni, ancak asla sunulmayan, herkesin kendi çözümünü kendisini bulduğu bir hizmet ihtiyacı olduğunu fark ettim.
herhangi bir tıbbi girişimin söz konusu olduğu uygulamalarda, genellikle sunulması gereken hizmetin o işlemle ilgili bir hekim ya da sağlık peronelinin yardımıyla yapılabilecek olan işlemler sona erdiğinde, bittiği varsayılmaktadır.
örneğin benim durumumda bedenime takılmış bulunan her türlü araç gerecin bedenimden alındığı, çıkarıldığı an bana sunulan hizmet ve ‘işlemlerin bittiği’ kabul edildi. bu noktada bana da yapıldığı gibi, hizmetten yararlanan herkese, sonrasında kendi başına yapabileceği her şeyi, doğrudan kendisinin ya da kendi bulacağı yardımcılar, destekçilerle yapması beklenmekte ve önerilmektedir. bu süreçle ilgili bilginin gerektiği kadar verilmesi genellikle yeterli görülmektedir. oysa bir şey her yönüyle tam olarak bilinse bile bu, onu yerine getirmek ya da onu sağlama imkânına sahip olunduğu anlamına gelmez. bu anlamda kişiye operasyon sonrası kaçınması gereken eylem, uygulama ve davranışları sadece söylemek yeterli olmayacaktır. onun bunları yapacak koşul ve olanaklara sahip olup olmadığının, kişinin onları sağlayıp sağlayamayacağının da düşünülmesi gereklidir ve bu da yine kurumun hizmet ve görevleri arasında sayılmalıdır.
benim yıllarca hizmet sunduğum, bir özel dal hastanesi olarak lepra hastanesi’nde, yatarak hizmet alan hastalarımızın hastaneden çıktıkları andan sonrasında gereksindikleri hizmetleri sağlayacak koşul ve olanakları da yıllarca bir hizmet olarak hastalarımıza sunduk.
öncelikle, evlerine gidene kadar geçecek süreçte gereksindikleri ulaşım hizmetleri bizim sunduğumuz, en azından organizasyonunu yaptığımız işlemlerden birisiydi. bu kadarla da kalmıyordu, hastalarımız evlerine gittiklerinde onların tıbbi olarak gereksinecekleri ne varsa onları da mevcut imkânlarımız çerçevesinde ve bu alanda hizmet ortaklarımızdan birisi olan cüzzamla savaş derneği’nin katkılarıyla sunmayı görevimiz sayıyorduk. cüzzamlı hastaların eriştiği bu hizmetin herkesin yararlandığı bir hizmet olmasını da her zaman savunduk ve önerdik. şimdi de bunun bir gerklilik olduğunu düşünüyorum.
bu operasyon maceram sırasında da bana ne yazık ki böyle bir imkân sunulmadı. ama bunun mümkün ve gerekli olduğunu bilen birisi olarak yine de ihtiyaçlarımı talep etmekten geri durmadım: alışılmış uygulamalarda yukarıda söylediğim, bedene yönelik tıbbi araç gereç uygulamasının sona erdiği anda benimle ilgilenen hekimler benim hastaneden çıkabileceğimi söyledi. yaşadığım yerle, hizmet aldığım kurum arasında iki saatlik bir karayolu yolculuğunun zorunlu olması, operasyon sonucu ortaya çıkan özel durumum nedeniyle, yatar ya da en azından yarı oturur vaziyette yolculuk yapmam gerekmesi, bunun toplu taşım araçlarıyla sağlanmasının mümkün olamaması, gibi ‘özel’ durumlar yanında, en azından ilk bir hafta içinde bazı olası ama istenmeyen sorunların doğabileceği bilgisinin verilmesi nedeniyle bir hafta süreyle hastanede kalmak istediğimi söyledim. ‘özel hasta ve eski bir hekim’ olmam ve kurumun koşullarının da imkân vermesi nedeniyle, onların bana ‘gidebilirsin’ dedikleri günden sonra üç gün daha hastanede kaldım. sonrasında yine kendi imkânlarımla sağladığım ‘özel’ ulaşım koşullarıyla evime gelebildim. elbette bunu sağlayacak imkânlarım vardı, ama olmayabilirdi de... o zaman operasyonu yapmış olmanın sorumluluğun gereğinin yerine gelmesi açısından yeterli olmadığı açıktır. en azından gerekli koşulların sağlanmasının da operasyonun doğurduğu zorunluluklar nedeniyle hizmet sunumunun içinde olmalıdır.
şimdi geri dönüp baktığımda yapılan işlemin sonrasındaki bu evrede yapılması gerekenleri görebiliyor, hizmetin tam, etkin ve eksiksiz olması bakımından yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. bunun için şunlar da her hasta için öngörülmeli ve sağlanmalıdır:
herkes ‘özel ve özgündür’, bu nedenle gereksinilen hizmet her zaman bütüncül bir yaklaşımla sunulmalıdır. dolayısıyla burada söz edilen bilgilere herkesin sahip olmalarının, en azından bunları talep etmelerinin ve hizmeti sunanların da bunları öngörüp gereklerini yerine getirmelerinin bir gereklilik, hattâ zorunluluk olduğu bilinmelidir.
7 şubat 2022 / dereköy
forumun çağrı metni
nde şunlar yer alıyor:
Herkese, hepimize… Daha iyi, daha sağlıklı, daha güvenli bir yaşam isteyenlere. Dayanışma içinde, tek tek her birimizin ve bütünüyle toplumun, olabilecek en üst düzeyde sağlıkla yaşamasını umut edenlere. Daha iyisine ulaşıncaya kadar gereken tüm soruları özgürce soracak cesareti, el verme niyeti olanlara. Daha iyi bir ülke, daha iyi bir Cumhuriyet, daha iyi bir sağlık sistemi hedefleyenlere. Bugünden ve gelecekten dertlenenlere. Umudunu korumak ve yükseltmek isteyenlere. Yaş, meslek, unvan şu-bu sınırlaması olmaksızın, yani sınırlara ve sıfatlara takılmaksızın… Bu çağrı hepinize, hepimize, herkese… Buluşmaya! Şimdilik dijital ortamda, pandeminin izin verdiği ölçüde yüz yüze. Bir kerelik değil, uzun soluklu. Dar kapsamlı değil, geniş katılımlı. Gelin sıradışı bir forum oluşturalım! Farklılıklarımız, zıtlıklarımız, çeşitliliğimizle; soruları, sorunları, açmazları, sıkıntı veya memnuniyetleri, ne isteyip ne istemediğimizi samimiyetle ortaya döküp tartışacağımız, çözüm yollarını birlikte arayacağımız bir buluşma platformu olsun. Murâdımız; hasta, hasta yakını, sağlık çalışanı, eğitimci, öğrenci, sağlık politikaları geliştiren, uygulayan, sisteme dair fikri olan, derdi olan, söyleyecek sözü olan herkesin bakış açısıyla, temel bir hak olarak sağlığı ele almak. Ezberleri, önyargıları, kalıpları bir kenara bırakıp birbirimizin sesine kulak vermek. İki gerekçeyle. İlki şu: Pandemiyle birlikte pek çok ülkede, mevcut sağlık sistemlerinin bu büyük sınavdan geçemediğini gördük. Olağan zamanlarda saklı kalabilen kimi meseleler bu dönemde en çıplak halleriyle görünür oldu. İşte o meseleleri deşmenin, “nasıl bir sağlık sistemine ihtiyaç var” sorusu üzerine hep birlikte kafa yormanın tam zamanı. İkincisine gelince… Cumhuriyetin 100. yılında başka hesapların peşine düşenler var. Hırsları, ihtirasları, hedefleri, stratejileri, hazırlıkları var… Bizim adımıza geleceği şekillendirme gayretleri var. Oysa önce biz varız, aslolanız, buradayız. Düşlerimiz, umutlarımız, bilgimiz, ortak aklımız, dayanışmamız, direncimiz ve mücadele irademizle varız. İyilikten ve birbirimizden aldığımız gücümüzle varız. Bizim 100. yıl hesabımız da bu: Daha iyi bir Cumhuriyet… Daha iyi bir Cumhuriyet’te daha iyi bir sağlık sistemi. Bunun genel politik mücadeleden soyut bir mesele olmadığını biliyoruz. Öte yandan bu çağrı çevresinde, genel politik gündemleri görmezden gelmeden; ama bunların ötesinde, bugünümüz ve geleceğimizin en önemli ve öncelikli konularından sağlığa, özellikle odaklanmak istiyoruz… Çağrımızın can alıcı meselesi de bu… Toplumsal alışkanlıklarımızla hep birlikte kafa yormak kolay değil; karşımıza engeller, tuzaklar çıkıyor. En büyük tuzaklardan biri, kendi doğrularımız ve görüşlerimiz etrafında hızla kemikleşmek, diğer açılara, perspektiflere kapanmak, önce savunmaya, sonra (çoğunlukla istemesek bile) saldırıya geçmek… Oysa tuzaklara düşme lüksümüz, kaybedecek vaktimiz yok. Birbirimize kulak vermeye, el vermeye, fikirlerimizi ilerletmeye ihtiyacımız var. Bunu sağlayan bir akıl, akış ve yöntem tarif edebiliriz. Hep birlikte… Daha iyi bir sağlık sistemi. Birlikte düşünmek, dayanışmak, birbirimizden öğrenmek, ilham ve güç almak istiyoruz. Birlikte üretmek, birarada kalmayı başarmak istiyoruz. Buna özgü bir üslup ve yöntemi geçerli kılacağız. Bize, hepimize, herkese güveniyoruz. Pandeminin göbeğinde, bir sohbetin ürünü olarak ortaya atılan sıradışı forum fikri, birkaç ay içinde 400’e yakın katılımcıyı biraraya getirdi. Herkesin isim önermekle “görevli” olduğu kartopu tekniğiyle genişlemeye devam ediyor. Forumun ana mekânı olan dijital platform, katılımcı olmayanların da ziyaret edip izlemesine, paylaşımları görmesine, mesaj göndererek katkı sunmasına açık. Ama forum bununla sınırlı değil. “Nasıl bir sağlık sistemi?” tartışmasını, canlı webinar’lar, farklı görüşlerin dile getirileceği röportajlar, uygun mesafeli ölçeklerde yüz yüze toplantılarla, güncel meseleleri dinamik bir yapıda ele alarak sürdürmeyi planlıyoruz. Tartışmayla ortaya çıkanları ne yapacağımızı da, yolda, birlikte belirlemeyi öneriyoruz. Kolay değil, biliyoruz ama imkânsız da değil. Yeter ki Forum’un ana teması etrafında toplanalım: Cumhuriyet’in yeni yüzyılı için nasıl bir sağlık sistemi istiyoruz? Şimdiden soralım. Sormakla kalmayalım, cevaplar arayalım, çözümler bulalım, birbirimize akıl-fikir ve omuz verelim. Katılarak, duyurarak, dayanışarak…
neden katıldım neden izliyorum? spotta da söylediğim gibi öncelikle "öğrenmek ve haberdar olmak için" kuşkusuz. sonrasında da şimdiye kadar edindiğim bilgi ve deneyimi ve bildiklerimi paylaşmak amacım.
8 ocak 2021 / dereköy
hemen hemen yeni açıldığı sırada biamag'da yer alan bir söyleşiyi okuyunca haberdar olmuştum.
"hakkımızda"
sitenin en üstündeki "hakkımızda" bölümünde de zaten bunları belirtiyorlar:
bu kısa açıklamanın altında yazarlarının ve katkıda bulunanların isimleri var. onun altında ise ettiklerinin listesi.
Erkek yazarların yazılarını yayımlama konusunda nasıl bir politika izleniyor? Erkekler mi önerilerle geliyor, sizin onlara teklif götürdüğünüz oluyor mu? “Sen gelme ulan ayı” politikası yok galiba?
neden izliyor ve öneriyorum? spotta da söylediğim gibi "öğrenmek ve haberdar olmak için". ama bunun yanında başka noktaları da merak ediyorum. örneğin cümleleri nasıl kuruyorlar diye merak ediyorum. sonra da kendi deyişimle kıyaslıyorum. dilimdeki erilliği ortadan kaldırmam için neler yapmam gerektiğine dikkât ediyorum. sonra dünyayı kurtarmak derdinde olan çoğu erkekten farklı olan gündemlerini görmek bana iyi geliyor ve umut veriyor.
|