27.10-01.11.2020 / dereköy
kendimi hekim saymadığımı ilân edeli çok oluyor. ama tabii ki bu temel hekimlik bilgisine sahip olmadığım anlamına gelmiyor. öncelikle kendi çalıştığım konularda olmak üzere, öğrendiğim bilgilerin hepsini sürekli ve düzenli güncelleştirmesem de en azından temel bilgilere sahip olduğumu söyleyebilirim.
kuramsal ve pratik bilgi yanında, bilgiyle elde edilemeyecek bazı tutum ve alışkanlıklara sahip olmak da çok önemlidir. bunlar yaşam içinde ve pek çok vesile ile ve yine bir çok bedel ödenerek kazanılıyor ve kuşkusuz bir düşünce ve ideoloji doğrultusunda şekillenip gelişiyor. bu düşünce ve ideoloji de bazı kavramları nasıl algılayıp, onlar için nelerin, neden ve nasıl yapılması gerektiğini belirliyor. böyle şekillenmiş tutum ve alışkanlıklar söz konusu olmadan sadece "yeni ve güncel" bilgiye sahip olmak, yaşama müdahale etme ve onu değiştirmeye yetmez hiç bir zaman. dahası bir süre sonra, kişiyi sadece o bilgilerin sıradan bir uygulayıcısı ve savunucusu, dahası belki de "kölesi" yapar.
bir enfeksiyon ya da göğüs hastalıkları uzmanı değilim, keza mikrobiyolog ve epidemiyolog da değilim, ancak yine de yaklaşık bir yıldır dünya üzerinde yaşadığımız ve giderek daha kötü olduğunu gözlemlediğimiz covid-19 pandemisi konusunda doğru bildiklerimi söyleme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.
öncelikle bunu yapıp yapamayacağımı ortaya koymak, bu hak ve yetkinin kaynağını, aşağıda söz edeceğim bilgilere neden, nerede ve nasıl sahip olduğum bilgisini sunmak, sanırım bu metnin okunması ve kabûlü için ön koşullardan birisi olacaktır. kanımca böyle yaklaşılması da doğrudur, çünkü ben de bu konuda yazıp çizenlerin ortaya koyduklarına bakarken bu noktayı irdeleyerek okuyor ve onların ne dediklerini anlamaya ve haklı olup olmadıklarını saptamaya çalışıyorum.
bilgimin dayanakları, "yeter" ve "gerek" şartlar...
temel tıp eğitimini tam kırk yıl önce tamamladım. onun ardından dört yıl kadar "pratisyen hekim" olarak çalıştım. bunun yaklaşık iki yılını, bence hâlâ hem tam anlaşılamamış, hem de kendisinden önceki ve sonrasındaki diğer sağlık hizmet modellerine üstünlüğü reddedilemeyecek olan sosyalizasyon modelini izleyerek, gözlemleyerek ve uygulayarak geçirdim. bu dönemde sosyalizasyon uygulaması ve sağlık ocağı deneyimini, onun önemli hocalarından ve uygulayıcılarından birisi olan, her zaman şükranla andığım aslında büyük bir "halk sağlıkçı" olan sevgili çağatay abi'den (güler) öğrendim. onunla birlikte, doğrudan öğrencileri olmasam bile her zaman çevrelerinde olabildiğim diğer önemli ve büyük halk sağlığı hocalarının da anlattıkları, yaptıkları ve yazdıklarından da haberdardım.
bunlar, bence her hekimde olması gereken toplum sağlığı yaklaşımının da temellerini oluşturdu.
sonraki mesleki yaşamımda ise yaklaşık 25 yıl bir enfeksiyon hastalığı benim uzmanlık eğitimimi aldığım dermatolojinin bir alt alanı oldu. bu yazıdaki savlara dayanak oluşturacak temel bilginin ötesinde bana ciddi bir uygulama deneyimi de sunan bu alanda, hâlâ en çok korkulan ve bir dönem avrupa dahil dünyanın her yerinde en çok kaçınılan "cüzzam/lepra" hastalığının, bu coğrafyada başarıyla sonuçlanan "kontrol projesi"nin değişik konumlarında aktif olarak ve hem alanda, hem de klinik olarak görev yaptım.
bu süreçte sadece tıbbi bilgi değil, bir bulaşıcı hastalık sorununa yaklaşım ve çözüm konusunda çok önemli olan, problem çözme, akıl yürütme ve süreçten öğrenme konularında yerli yabancı çok önemli hocaların tedris-i rahlesinden geçmiş oldum. dahası yine bu sırada çeşitli bilimsel araştırmaların içinde yer aldım ve onlara katkıda bulundum. bu bağlamda sağlık hizmet sunumu ve sağlık yönetimi konusundaki yurt içi ve dışında aldığım eğitim ve kurslardan da söz etmeliyim.
cüzzamla ilgili çalışmalar sırasında aynı bölgelerde önemli bir salgın oluşturan "şark çıbanı" hastalığının da konrolüyle ilgili ön çalışmalarda yer aldım, bu konuda uygulamaya geçilmese de lepra konusundaki bilgi ve deneyimlerden yola çıkarak bir kontrol programı projesi yazdım.
yaklaşık 30 yıllık bu süreçte, farklı ülkelerin ve yerlerin hizmetlerini yerinde görüp yaşamamın da bu bilgilere önemli oranda katkı sağladığını söyleyebilirim. bunlar arasında özellikle ingiltere'deki "ulusal sağlık sistemi"(nih) ve her ne kadar sosyalist sistem çöktükten sonra görmüş olsam da azerbeycan'da sosyalist dönemde yapılan uygulamalardan kalanları yerinde gördüm.
ayrıca bu konuda yine önemli olduğunu düşündüğüm bir modelden de söz etmeliyim. bu kez "batının taşıma suyuyla özel bir alanda hizmet sunma" olgusunu etiyopya'daki sağlık hizmetini, hem de "sol" bir darbeden sonra, kübalıların hemen her alanda iş başında olduğu dönemde izledim, tanık oldum ve kısa bir dönem de olsa alan uygulamasında yer aldım.
bunlara sağlık hizmetine eleştirel bir gözle bakmayı, eksiği, yanlışı, yanılgı ve önyargılarla, koşullandırmaları daha kolay görmeyi sağlayan bir "sağlık medyası alanı" deneyimimi de eklemeliyim.
tüm bunlar, sağlıkla ilgili bilgi ve görgü anlamında en azından "gerek şart"ın söz konusu olduğunu gösteren ve sanırım kimsenin önemini reddemeyeceği olgu, durum ve gerçeklerdir.
ama bence bunların üzerinde bir başka "yeter şart" ları vardır.
bunlardan birisi bu alana, hizmete verenlerin yani "hekim" ve sağlıkçıların gözünden değil, bu hizmetin hedefi olan, onlardan yararlanan, çoğu zaman da talep edip, taleplerinin gereğine ulaşamayan ve bu yüzden mağdur olanların tarafından ve onlar açısından bakabilmektir. ben bunu da on yılı aşkın süresi hasta hakları konusundaki aktif çalışmalarım sırasında öğrendim.
ikincisi de "hastalığın değil, sağlığın önce gelmesi" ilkesidir. bunu da daha öğrenciliğimden başlayarak aktif hekimlik dönemimde içinde, yanında, en kötü ihtimâlle kıyısında köşesinde bulunduğum bir başka eğitim odağım olan meslek örgütümde öğrendim.
bu örgüt daima "hak temelli" yaklaşımı, "sağlık hakkı" olgu ve kavramıyla ile birlikte önceleyen bir bakış açısı ve yaklaşıma sahip olmuş ve olmaktadır. bu sağlgınla ilgili şu andaki yaklaşımı, söylem ve eleştirileriyle en doğru ve en yerinde tutumları tarif eden, bu yüzden de iktidar odaklarının ortadan kaldırmak için uğraştıkları bir yapıdır.
bunlar da kanımca yeter şartın gerekleri ve tamamlayıcısıdır. dolayısıyla böyle bir toplumsal sağlık sorunun çözümüne dair temel yaklaşımları, en azından bu tür sağlık sorunlarına nasıl bakılması, dahası çözümlerinde nelerin öncelenmesi, doğru tutum ve davranışların neler olması gerektiği konularında düşündüklerimi dile getirme, hak, yetki ve ödevim olduğumu düşünüyorum. bu çerçevede tanımlanmış bütünlüklü bir bakış ve yaklaşım, doğru çözümler ortaya koyabilir ve bunların hepsi covid19'la mücadeledenin bence temel unsurlarıdır. bunların herhangi biri eksik olduğunda verilecek mücadelenin de o bakımdan eksik olacağı, dolayısıyla başarının da sınırlı olacağı öngörülebilir. daha genel bağlamıyla söyleyeyim, covid19'la gerçekten mücadeleyi şekillendirecek olan iki temel unsurdan ilki toplumcu ve antikapitalist bir bakışın gerekliğidir ve bu olmazsa olmaz bir ön koşuldur.
ikincisi de soruna sadece bir salgın hastalığın tedavi ve kontrol altına alınması olarak bakılmaması; bunun öncesinde sağlığı ve sağlıklılık hâlini bütüncül bir yaklaşımla ele alınması; toplumu oluşturan tüm bireylerin sağlığının, hem de sağlığın belirleyicilerinin etkisi altında şekillendiğini bilen, sorunların ve çözümlerin de ancak bunlar bilindiğinde saptanıp bulunabileceğini düşünen ve bunu önceleyen bir yaklaşımın söz konusu olmasıdır. bir başka deyişle şu anda gözlemlediğimizin tersine ve onun üzerinde bir yaklaşımın benimsenmesidir.
yapılan yanlışlar ve olması gereken doğrular
bugün bu konuda yapılanlar, sağlığın ve sağlıklılığın toplumun sadece kendilerini destekleyen kesimlerinin hakkı olduğu düşüncesiyle sunulmaktadır. dolayısıyla yapılan her şey kendi öncelikli amaçlarına yönelik hizmet sunanlara, kendi değer ve kurallarına uygun davranıp yaşayanlara, kendi biat etmiş kullarına tanrının verdiği izin ne kadarsa o kadarını yapmayı yeterli gören, bu işlerin sadece kendi sorumluluğu ve kendine özgü bir hak ve görev olduğu düşünen, son çıktının da aslında "toplumun iyiliği" değil, bu sektörden küresel anlamda sağlanacak "kâr olarak gören" ve önceliği bunlara verip, sorunu sadece bir kriz yönetimi olarak tanımlayanlarca, mevcut küresel örnekleri taklit ederek ve hizmeti bu bakışla planlayıp yürütenlerle birlikte ve onlara benzer şekilde davranılarak çözümlenmeye çalışılmaktadır. hepimizin tanık olduğu bu kesimin ulaştığı sonuç ise her anlamıyla tam bir başarısızlıktır.
bu saptamaları yaptıktan sonra, bu sorunun çözümüne dair nelerin yapılması gerektiği konusundaki düşünce ve yaklaşımlarımı ortaya koyabileceğimi düşünüyor, dolayısıyla buradan sonrasının bu noktaya kadar söylediklerimi doğal, mantıklı ve doğru olarak görenler tarafından okuncağını bilerek yazıyorum.
bilindiği üzere bu sorun başından beri bir "pandemi" olarak tanımlanmaktadır. dünyadaki tüm yaşamın ve kapitalizmin artık küresel olarak yaşandığı 21. yüzyılda olaya basitçe bu adın verilmesi bana çok anlamlı gelmemektedir.
üçüncü bin yılın başından beri dünya sağlık alanında zaten bu tür sorunlarla uğraşmaktadır ve bu hiç kimse için yeni bir durum değildir. diğer yandan bu çok cafcaflı adın gündem edilmesinin ardında, bence, sorunun büyüklüğünü gösterme dışında bir amaç söz konusudur. başka bir deyişle bu sözcüğün seçilmesi tesadüf değildir. çünkü bu kavram kullanılarak "bu sorun sadece benim, bizim sorunumuz değil, dünyanın sorunudur, dolayısıyla yetersizlik, başarısılık ve eksikliklerin sorumlusu olarak beni, bizi görmeyin" de denilmiş oluyor. bu söylem sorunun verdiği zarar ve kaybın sorumluluğunu üzerinden atan sorumluluğu başka yerlere ve bir anlamda da tanrıya havale etmenin bir başka biçimde ifadesidir.
geçtiğimiz on aylık dönemde bunun pek çok örneğini çeşitli söylem ve uygulamalara tanık olarak birlikte yaşadık. dolayısıyla yönelinen hedef benim yukarıda belirttiğim sonuçlardan çok başkadır ve bu kavramsallaştırma sadece propaganda amaçlı ve görev düzlemini de buna göre şekillendirmek için bulunmuş bir kolaylaştırıcı bir nitelik taşımaktadır.
bence yaşadığımız bu durum adı ne olursa olsun, özünde bireyleri ve dolayısıyla toplumu tehdit eden bir toplumsal enfeksiyon hastalığı yani bir salgındır ve bunun çözümü öncelikle bu sonuca neden olan enfeksiyon zincirinin hiç oluşturulmaması, eğer oluşmuşsa da bu zincirin pek çok noktada kırılarak sorunun büyümesinin, dolayısıyla da etkisinin azaltılmasıdır. zincirin oluşmasını önlemek, etkenin hedef nüfusunun etkenden korumak, zinciri kırmak ise hastalığa yakalanmış olanların toplumla ilişkisini kesmektir. aşı olmasığı için korunma "maruziyet"in engellenmesi, bulaşın engellenmesi ise "karantina" ile sağlanabilir. tek başına mevcut hastaları tedavi etmek, bu zinciri kırmaya yetmeyecektir. burada mevcut hastalar yanında onlara hizmet eden kişiler hasta olmasalar da zincirin sürdürülmesinin en önce gelen sorumlularıdır. dolayısıyla onların da hastalık belirtilerini taşımasalar da potansiyel hasta olarak kabul edilmeleri zorunluluktur ve bu kesimlerin de toplumla ilişkilerinin tümüyle engellenmesi gerekir.
bu yaklaşım bir yandan da, aslında son on beş yıldır, dünyanın pek çok yeriyle koşut bir şekilde burada da uygulanan, aile hekimliği modeliyle, ondan önce eksik gedik ve kısmen de olsa uygulanan sosyalizasyon (sağlık ocağı sistemi) arasındaki farkı ortaya koyacak sonuçlardan yola çıkarak yapılan yanlışları gösterecek niteliktedir.
yukarıda anlattığım nedenlerle ben yaklaşımımı buradan kuruyorum, bunu yaparken de dünyanın sorununu çözme görevinin benim görevim olmadığını, zaten bunu yapacak yeterlilik ve kapasitede olmadığımın bilinciyle hareket ettiğimi, ancak bu yaklaşımın aslında küresel ölçekte benimsenmesi gerektiğini belirtmek durumundayım. dolayısıyla soruna "küresel düşünüp yerel çözümler üreterek" değil de yerel, hattâ "noktasal" düşünüp, bunun çıktılarının daha geniş ölçekli düşüncelere de zemin oluşturması yaklaşımını benimseyeceğim.
bu bakışla benim yerelim elbette bir sağlık ocağı bölgesinden oluşacak ve yükümlülüğüm de sağlık ocağıbölgesindeki herkesin sağlıklılığını sürdürmek olacaktır.
dolayısıyla dikkât edilmesi gereken temel nokta ve amaç sadece hastaları tedavi etmek, onları yalıtmak ve bu enfeksiyonu kontrol altına almak değildir; asıl olarak buradaki henüz hastalanmamış kesimlerin bu durumlarını yani sağlıklılık hâllerini sürdürmeyi sağlamaktır, başka bir deyişle yapılması gereken iş şimdikinden farklı olarak hastalık için değil, sağlık için uğraşmaktır.
sonra yine tartışmak kaydıyla iki yaklaşım arasındaki şu somut farklılıkların da altı çizilmelidir:
ilkinde hastaların saptanması tedavisi ve yalıtılması birincil ve öncelikli, zinciri oluşturan bulaşın önceki ve sonraki kaynaklarının izini sürmek ise ikincil ve önemsizdir. bu bağlamda henüz hastalık belirtisi taşımayanların ne yapıp nasıl davranacağı içinde bulundukları risk ve tehlike en genel bağlamıyla tanımlanmış ve onların bireysel tutum ve davranışlarına bırakılmıştır.
benim önereceğim sağlığı ve sağlıklılığı önceleyen çözümde ise sağlıklı olanların bu hâllerini sürdürmelerine yönelik bazı işler birincil ve öncelikli, mevcut hastaların tedavi ve izolasyonu ise ikincil ve hastalığın seyrine bağlı olarak şekillendirilmiştir.
bu farkın nedeni irdelenirken de bu pandeminin kontrolu sürecinde somut olarak yapılan ve yapılması düşünülen işler irdelenmelidir. eğer bunlar aşağıdaki işler olarak tanımlanıyorsa, burada öncelikle ve ciddi olarak başka düşünceler ve planların da gündemde olduğu gözardı edilmemelidir:
ben bunların hepsini reddederek, amacımı ve yapacağım işleri tümüyle bu salgından etkilenmeyecek ve en azından bu hastalık açısında sağlıklılık hâlini sürdürecek bir ocak bölgesi nüfusunun korunması olarak tanımladığımı ve aşağıda bunu sağlayacak işler yapmayı öneriyorum.
doğal olarak kendimi de yukarıda söz ettiğim bilgi ve deneyimlerle donanmış bu sağlık ocağında görev yapan ekibin bir üyesi ve "hekimi" olarak tanımlıyorum.
şimdi denilecektir ki "keşke sorun bu kadar basit olsa! biz bir ülkeden hattâ dünyadan söz ediyoruz!"
işte temel yanılgılardan birisi de budur bence. eğer bu salgın sırasında bir sağlık ocağı bölgesindeki insanların en azından bu açıdan sağlıklılık hâlinin devamını sağlayamazsanız, ne o ocağın içinde olduğu ilçe ve şehirde, ne de o şehrin yer aldığı ülkede, dolayısıyla dünyada bu hastalığı kontrol altına alamaz, insanları sağlıklı kılamazsınız. çünkü sağlık ocağı bölgesindeki yaklaşım bir ilçe ve şehirde de aynı şekilde olmazsa arzulanan sonuca ulaşılamaz. başka bir deyişle burada anlatacağım yaklaşım bu sağlık ocağına komşu diğer sağlık ocaklarında, onların biraraya gelmesiyle oluşan sağlık gruplarında, hizmetin ilçe bazında örgütlendiği yerlerde ilçelerde, giderek şehirlerde ve ülkenin tümünde benzer biçimde sürdürülmelidir. tabii ki bunun sonucunda dünyada da bir model önerisinde bulunuşmuş olacaktır.
neler nasıl yapılmalıdır?
söz ettiğim modelde yapılacak işler ve işlerlik satır başlarıyla şöyledir:
bu temel ilkeleri yaşama geçirmek üzere şunlar yapılacaktır.
olaydan haberdar olunduğu anda öncelikli ve acil olarak bu yapının temel unsurlarından birisi olan sağlık ocağı kurulu toplanır. bu ilçe ve şehirler hattâ ülke düzeyinde yapılması gereken en önemli işlerden birisidir ve şu ana kadar yapılmamıştır, mevcut sıkıntıların büyük bölümü de bundan kaynaklanmaktadır.
bu kurulların nasıl oluşacağı söz konusu yasada belirlenmiştir, dolayısıyla diğer düzeylerde oluşturulması da aynı mantık ve kurallar çerçevesinde yapılabilir. bu kurulu gerektiği şekilde bilgilendirip yapılması gerekenler işaret edildikten sonra kurul, şu iki işin eş zamanlı olarak yapılması konusunda hemen karar alır ve bu kararları uygulayacak şekilde söz konusu topluluğun bütününe bu çabaya dahil olmalarını ve işbirliği yapmalarını önerir.
bu kuşkulu kişiler dışındaki kişiler için sağlık ocağı bölgesindeki yaşamın normal olarak sürebileceğini hiç bir şekilde özel korunma tedbiri alınmasına gerek olmadığı da yine tüm ocak bölgesi yaşayanlarına duyurulur, belirli aralıklarla da kuralına uygun seçimlerle kontroller yapılır, herhangi bir riskin erken farkına varılması için gayret gösterilir.
ocak bölgesinde yaşayanlar arasında eğer ocak bölgesi dışında çalışan dolayısıyla doğal yaşamı gereği işine gidecek kişiler varsa, bu kişilere işlerine devam etme kararlığındalarsa, onları salgın tümüyle bitene kadar yine ocak bölgesinin giriş çıkış noktalarına kurulacak özel konaklama ve barınma alanlarında yaşamaları sağlanır, bunun için gerekli altyapı o kontrollu giriş çıkış noktalarının hemen yanında oluşturulur, onlara kendi aileleri ve ocak bölgesi toplumunun gereken desteği sunacağı duyurulur. böylelikle bu kişilerin ocak bölgesindeki sağlıklı kişiler için birer kuşkulu temasta bulunması engellenir. benzer biçimde iş ve çalışma dışında böyle giriş çıkış zorunluğu olan kişileri de aynı uygulama kapsamı içinde tutulur.
eğer sağlık ocağı bölgesi içinde, bu bölge dışındaki kişilerin günü birlik geldikleri, işyeri, okul, resmi kurum, yurt, kreş, vb. yerler varsa bu alanlarını da "özel karantina bölgesi" olarak tanımlanması sağlanır, buralara gelecek kişilerin giriş çıkışları ve korunmuş alanda serbestçe bulunmaları sınırlanır, ocak bölgesine girişten bu ortamlara varana kadar kontrol noktasında bulunan özel araçlarla ve ocak bölgesindeki sağlıklı kişilerle temas etmeden, adeta bir tünelleme sistemi kurularak onların buralara varması ve işleri bitince aynı şekilde geri dönmeleri sağlanır.
bu bağlamda ocak bölgesindeki nüfusun ihtiyacı olan, ancak ocak bölgesi dışından temin edilen her şey olası bulaş süreleri dikkâte alınarak (başlangıçta canlı bir kişi geçerli kuluçka süresi, süre olarak belirlenecektir.) yine giriş çıkış bölgelerindeki özel depolarda bu süre kadar muhafazalarını sağlayacak şekilde bir önlemler alınır, bu yolla da insan dışı temas ve bulaş olasılığı ortadan kaldırılır.
böylelikle sağlık ocağı bölgesi öncelikle "salgından etkilenmemiş 'korunmuş', 'güvenli' bir alan" hâline getirilmiş olur, alınan önlemleri aksatılmadan yapılan her şeye ve karşılaşılan sonuçlara ve gelişmelere dair bilgiler, hem ocak bölgesindeki topluluğa sunulur, hem de komşu ve daha üst düzey merkezlere yönelik olarak gerekli veri ve bilgi akışı sağlanır.
böylelikle sağlıklı kişiler açısından belirlenen alanda tam bir serbestiyet, onun dışı için de tam bir izolasyon sağlanmış olur, bu önlemlerle birlikte salgın tüm ülkede tümüyle sona erene, ya da bir aşı ile tam ve kesin bir bağışıklık sağlanana kadar bu düzenlemeler sürdürülür.
bunlar yapıldığı sırada, eğer bu bölge içinde bu önlemlere rağmen ortaya çıkan gerçek hasta ve olgular varsa, bunların da tedavi ve izlemelerini eğer sahip olunan imkân ve koşullar yeterli ise oldukları yerde, değilse yine ocak bölgesindeki diğer kişilere temas etmeksizin ve daha önce söz edilmiş tünelleme yöntemiyle gerekli merkezlere yönlendirilir. bu hasta kişilerin yakınlarına ve temaslılarına da yine benzer sürelerle ve biçimlerde karantina içinde yaşamlarını sürdürmeleri ve izlenmeleri sağlanır. bu kişiler herhangi bir kontrol ve değerlendirme nedeniyle ocak bölgesi dışına çıkmak zorunda olurlarsa, çıkışları ve sonuç ne olursa olsun eğer geri dönmüşlerse, dönüşleri yine aynı biçimde sağlıklı bireylerle temas ettirilmeden sağlanır ve evlerinde karantinada tutulamalarına devam edilir.
tabi bu hasta bulunan ev ve odaklar için de ocak bölgesinde yapılanların benzeri uygulanabilir, eğer temaslı sayısı çoksa yine onlarla temas etmeyenler arasında bir sınır çizilerek uygulamalar aynı şekilde yapılabilir.
burada da hedef yine hastalığın söz konusu olmadığı "sağlıklı" alanları belirlemek ve bu alanlardaki insanların, kuşkulu alanlarla temaslarını önlemek, böylelikle "korunmuş alanlar"ı daha küçük ölçekte oluşturmak ve süreleri gözeterek ve eğer bir sorun çıkmamışsa bu korunmuş alanları birbirlerine bağlayarak bu alanların genişlemesini sağlamak ve bu alanlarda eskiden olduğu gibi normal yaşamların sürmesi sağlanır, bu doğrultuda gerekli destekler sunulur ve uygulanır.
ocak bölgesi içinde hasta sayısı çoğalırsa zaman korunmuş alanın ölçeği küçülterek aynı şeyler sokaklar, siteler ve evler olarak daha küçük ölçekli olarak da uygulanabilir.
hastalığa dair bilgiler çoğaldıkça da sırasıyla risklerin daha çok olduğu kişi ve kesimleri daha özel ve özenli korunması, bu anlamda bir risk haritası ve listesi oluşturulması, bu bakımdan ihtiyaç olan ve gerekli kaynakların (aşılar, ilaçlar, diğer bakım unsurları, araç ve gereçler) neler oldukları, nerelerden, nasıl ve ne kadar temin edileceğinin saptanmasına yönelik çalışmalar düzenli ve sürekli olarak yapılır.
bunlar yapılırken ocak bölgesine komşu diğer ocak bölgelerinde de aynı şeylerin yapılmasının sağlanması hedeflenir, aynı biçimde korunmuş ve riskten arındırılmış bölgeler birleştirilerek daha geniş alanlar oluşturulur, korunma ve karantina alanları bu alanların sınırlarında yeniden kurgulanır ve o noktalara taşınır, sonuçta bu geniş alan içinde yaşamın normal biçimde sürmesi sağlanır.
"korunmuş ocak bölgeleri"nin birleşmesiyle korunmuş ilçelerin benzer biçimde bağlantılandırılması, korunma ve önleme tedbirleri sürdürülmek kaydıyla buralardaki yaşamın normale dönmesinin sağlanması da bir sonraki hedef ve iş olur. böylelikle illerdeki korunmuş alanlar yine komşuluk temelli olarak birbirleriyle irtibatlandırılır, eğer bu alanlar ilin bütünü düzeyinde olursa o zaman korunmuş illerin birbirleriyle temaslarını sağlayarak korunmuş bölgeler oluşturulması gündeme getirilir. böylelikle hasta ve temaslıların izolasyonu ile korunmuş alanların birlikte oluşturulması sağlandığı ve bunların irtibatı kesildiği için normal yaşam faaliyetleri her yerde eskiden olduğu gibi sürdürülebilir.
yukarıda anlattığım şey en başında yani böyle bir sorun yokken ya da yük çok azken yapılmış olsaydı, bugün böyle bir sorunla uğraşmıyor olurduk. tabii ki bu çözüm ve uygulamalar şu anda da istenilen her yerde söz konusu olabilir.
ancak şimdi öncelikle mevcut hastalarla uğraşmak gibi bir devasa yük söz konusu ve bunlara yönelik yapılması gerekenler de yapılmak durumundadır.
yine de henüz hastalanmamış kişileri şimdi olduğu gibi "hastalanmayı ya da aşılanmayı" bekleyerek bekletmek de kanımca asıl ve en temel yanlıştır, bunun sonucunda herkesin bir şekilde etkenle karşılaşması olacak ve kayıplar büyüyecektir.
bu bakış ve yeni bir yaklaşım en azından etkilenmemiş yerler ve kesimler için öncelenebilir, burada yine en küçük ölçekten yola çıkarak söz konusu "korunmuş alanlar" yaratılıp süreç içinde bunların birleşmesi sağlanarak korunmuş nüfusun sayı ve alanca genişlemesi sağlanabilir.
ama burada önemli olan en başta da dediğim gibi yaklaşımdır. amaç, sadece hasta olanı saptamak ve yapılabildiği kadar tedavi etmeye çalışmak, bu arada da ölenlerin ölümlerini bu sonucun kaçınılmazlığını bahane ederek meşrulaştırmak olunca yapılacak olanlar dolayısıyla da sonuçlar farklı olacaktır.
tam bu noktada aklıma ceyhun atuf kansu'nun "kızamuk ağıdı" aklıma geliyor. o yüzden girişe bu şiiri ekledim.
orada söz edilen çocukları, toplumun tüm bireyleri hâline getirmezsek bu yıl covid-19, gelecek yıl movid20, sonraki yıl zovid21'le uğraşır ve ama asla sağlıklılık ve dolayısıyla da tam iyilik hâline ulaşamamış bir toplum ve dünya olarak kalır, bundan başka da bir çaremiz olmaz, sonuçta da hekim olmanın, sağlık hizmetinin ve hekimliğin de bir anlam ve önemi kalmaz.
maruzatım ve önerim budur, kalın sağlıcakla,
covidsiz bir geleceğe
27.10-01.11.2020
|
eylül 2020 / dereköy
hâlen aktif hekimlik yapmasam da, 27 yıl hekimlik yaptım, üstelik çalıştığım hastalık bir enfeksiyon hastalığıydı ve bu hastalığı kontrol altına almaya yönelik bir kontrol programının da yöneticileri ve uygulayıcıları arasındaydım. tıp fakültesinde ve uzmanlık eğitimim sırasında aldığım temel bazı bilgileri, bu çalışma sırasında öğrendiğim özellikle, epidemiyoloji, istatistik ve enfeksiyon/kriz/salgın yönetimi bilgileriyle daha da geliştirdim. tüm bunların ışığında yaşadığımız covid-19 pandemisi (küresel salgını) sırasında gözlemlediklerime baktığımda uymayan pek çok şey olduğunu gördüm.
“enfeksiyon tanısı konanların covid olarak kaydedildiği söylenebilir”
şimdi ben kendi sorularımı sıralayayım:
sağlıkla ilgili her şeyin elektronik ortamda tutulduğu günümüzde, eğer bu bilgiler sisteme düzenli kaydediliyorsa bu verileri elde etmek saniyeler sürmeyecek bir iş. söz konusu veri tabanlarını oluşturan yazılımcılar bu soruların karşılıklarını biliyorlar kuşkusuz. bazı yetkililer de öyle. ama bizler bilmiyoruz. iki gerekçe ileri sürülüyor: mahremiyet ve toplumun korku ve paniğe kapılması. oysa bilgi değil bilgisizlik korku ve paniğe yola açıyor, tabii herkeste değil, çoğunluğun ise duyarsız, dolayısıyla ve dikkâtsiz davranmasına yol açıyor. hangisinin daha iyi ve doğru olduğunu gelecekte göreceğiz. ama amaç daha az kaybın yaşandığı bir geleceği diliyor olmamız.
“ insanın daima korktuğu şeyler başına geliyor.” |