bir 'birlikte' okuma denemesi 2024'te en çok beğendiğim on yerli roman

2024 yılı içinde okuduğum toplam 135 kitabın 50'si roman, bunların 17'si de türkiyeli yazarların romanlarıydı. bunları kendi edebiyat algım, ilgi alanım, okurken keyif alma durumum gibi farklı öznel kategoriler üzerinden bir sıralama yaptım. bunun sonuçlarını da buraya kaydederek sitemi izleyenlerle paylaşmak istedim.

sevgili sedef ecer'in milli servet adlı romanı açık ara bu yıl en çok beğendiğim roman oldu. fransa'da yaşayan ve romanını fransızca yazan sedef ecer'in bu güzel yapıtını dilimize sevgili ebru erbaş çevirmiş. romanda yazar gerçekte tarihimize kendilerini kaydetme başarısı gösteren sinema ve tiyatromuzun pek çok önemli sanatçının bileşiminden esra zaman adında yeni bir kahraman yaratmış. bu kahraman kırklı ellili yıllardan günümüze türkiye'de yaşanan güncelik sosyopolitik, ekonomik ve kültürel gerçeklerin arka planını oluşturduğu bir romanda önceden planlaması ve kurgusu yapılan bir ölüm töreni çerçevesinde anlatılıyor. bu ünlü aktristin kızı hülya bizlere annesini, annesiyle olan ilişkileri anlatıyor ve ölüm törenine yönelik görevini yerine getiriyor. gerek anlatım biçimi, gerek bize anlattıklarıyla kurduğumuz ilişki, gerekse de romanın başından sonuna hiç eksilmeyen merak duygusuyla roman modern bir anlatının tüm unsurlarını içinde taşıyor ve bize bizi bir kez daha çok güzel bir şekilde gösteriyor ve birinci sırada olmayı hak ediyor...
romanla ilgili daha ayrıntılı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz...

 

okuduğum ilk romanı yalnızları unutamadığım sevgili zaven biberyan'ın daha önce "babam aşkale'ye gitmedi" adıyla basılmış kült romanı karıncaların günbatımı 2024'te okuduğum yerli yazarların romanları arasında ikinci sırada yer aldı. sevgili sirvart malhasyan'ın türkçeye çevirdiği, çok gecikerek okuduğumu fark ettiğim bu biberyan romanında yazar türkiye'nin bir dönemini, bu topraklarda yaşayan devlet zoruyla yoksullaştırılmış aslında varlıklı bir ermeni ailesinin oğlu nafıa askeri baret'in hayatını bize anlatıyor. 528 sayfalık bu romanı bitirdiğimde aklımdan geçen ilk cümle "yazarı bunu en başında türkçe bilen okurları için yazmış olsaymış, edebiyat, özellikle de roman tarihimiz açısından bambaşka bir yere otururdu" oldu. sonuna kadar eksilmeden süren merak unsurunun tetiklediği güzel bir türkçeyle bize sunulan bu romanın yazarının roman konusundaki başarısını eğer okurlarsa edebiyat tarihçileri ve edebiyat dünyasının akademisyenleri sanırım benden çok daha iyi bir şekilde ortaya koyacaklardır diye düşünüyorum. romanla ilgili daha ayrıntılı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz...

 

üçüncü sıradaki roman, arkadaşım ayşegül devecioğlu'nun yetkin kaleminin ürünü kuma daireler çizen oldu. sevgili ayşegül bu ülkenin temel meselelerini yapıtlarında ortaya koyan ve bizlere gösterdiği örneklerle hem unutmamamızı, hem de bir kez daha üzerinde düşünmemize neden olan değerli bir romancımız. karınca titizliğiyle işlediği yapıtlarında hemen yanımızda olan olayları bir kez daha bize sergiliyor. bu kez farklı bir yöntemle bubu bir politik cinayet romanı örgüsü ile bizlere sunmuş. gerçek cinayetin ne olduğunu ve bunun nasıl çözümleneceğini, duyarlı, naif, başından sonuna kadar ağır basan bir kadın sesi ve dişil dille anlatıyordu. keyifle ve merakla okurken, bu tür kurgu metinleri sevenler için bir seçenek olduğunu da gösteriyor. bianet'te sevgili şadiye dönümcü'yle yaptığı söyleşi sırasında birinci elden neyi nasıl yapmaya çalıştığını çok güzel ortaya koyuyor.

 

okuduğum daha önceki yapıtlarında çok beğenip başarılı bulduğum sevgili ahmet büke'nin 2022 yılında yayınlanan, benim 2024'te okutyabildiğim, çok sevilen ve çok okunan, deli ibram divanı romanı dördüncü sırayı aldı. sevgili büke izmir'in kıyısını köşesini anlattığı hikâye ve romanlarında ele aldığı konuları naklederken, bizi hikâyenin zamanına götürüyor hep. o günlerde, o yerlerde olan bitenin tanığı bazen de kahramanı kılıyor adetâ. bu romanında da izmir'in farklı bir coğrafyasında gerçekten yaşayan kahramanlarıyla olan biteni tüm gerçekliği ile anlatırken anlamlı, önemli konuları ve noktaları ele alıyor. dahası o tarihten bugüne yaşanan değişimin de neden ve niçini çok güzel ortaya koyuyor. böylelikle yiten değerleri görmemizi sağlarken, yitirmememiz gereken noktaları da okuruna işaret ediyor. romanın yayıncısı can yayınları tarafından hazırlanan tanıtım videosunda romanıyla ilgili bilgileri ve yazma sürecini şöyle anlatıyor.

 

hakkâri'de bir mevsim'den bu yana her yapıtını büyük bir keyifle okuduğum, okurken pek çok şey öğrendiğim ünlü yazar ferit edgü'nün okumayı ve kitapları seven okurlar için yazdığı kitap evi hayranlıkla okuduğum bir roman oldu ve sıralamamda beşinci sıraya yerleşti. çok ve yoğun okuyan ve okuduklarını saklayanların düşlerinden birisinin bu kitapların sonsuza kadar muhafaza edileceği bir kütüphane olduğunu biliyorum. kütüphanelerin bir mezarlık olmadığını, tersine yaşayan, zamanın bükülmesi hâlinde göreceklerimizin hepsini kapısından içeri girdiğimiz anda görebileceğimiz küçük bir evren olduğunu bir kez daha öğrendiğim bir kurguydu bu roman. geç okumuş olduğuma üzülsem de, her kitabın bir okuma zamanı olduğu gerçeğine de bir kez daha iknâ olduğum bir yapıt oldu küçük ama değerli kitap evi romanı. bu değerli yazarın bu güzel yapıtını onu kaybettiğimiz günden çok kısa süre önce okumak da beni şaşırtan bir başka rastlantıydı.

 

osman cemal kaygılı'yı ismen bilirdim ama hiçbir yapıtını okumamıştım. iş bankası yayınları'nın eski yazarların yapıtlarını yeniden yayınlamasıyla haberdâr olduğumuz bu romanları okumak, cumhuriyetin ilk kurulduğu dönemler hattâ daha öncelerine gitmek, o zamanların gündelik yaşamına bir kez daha tanık olmak, belki yaşı kemâle ermiş benim gibi okurlar için cazip bir unsur ve eskileri anımsama ve anmanın yollarından biri olabilir. yazarın aygır fatma romanı da bana bu duyguları yaşattı ve bu yıl içinde okuduğum ve kayda değer bulduğum romanlar içinde altıncı sırayı almasına neden oldu. romanda 19. yüzyılın istanbul'una gittim, o zamnların insanlarını, onların sokak yaşamlarını, komşuluk ilişkilerini, artık hiçbirini yeniden yaşayamayacağımız âdet ve hâllerini tıpkı bir belgesel film izlercesine izledim. zamanın popüler yazarlarının yazma biçimlerini görmek kadar, özellikle toplumun orta kesiminin yoksulluk içinde bile mutluluğu yakalayabilme imkânlarını okurken gözlemlemek bana iyi geldi.

 

geçen yıl üç farklı romanını severek ve keyifle okuduğum sevgili şükran yiğit'in romanları arasında yer alan bir akdeniz kedisinin hatıraları adlı romanını da bu yıl okudum. bu romanı okuma gerekçem, bu yıl gündemime aldığım, farklı yazarların kaleme aldıkları insan olmayan varlıkların asıl / temel karakter olarak anlatıldıkları kurgu yapıtlardaki anlatım özellikleri ve dile getirme biçimlerine dair bir merakımdı. bu roman, başından sonuna dek, antalya'daki bir mahallede yaşayan sokak ve ev kedilerinin kendi aralarında ve çevrelerindeki insanlarla olan ilişkilerinde başlarından geçen olayları çok güzel bir şekilde ve merakla okunacak şekilde anlatıyordu. sevgili yiğit'in bu yapıtının dikkât çekici yanı, doğanın modern hayatın asli varlıklarından olan bu canlıların da tıpkı insanlar gibi birer özne olabildiklerinin gösterilmiş olmasıydı. dolayısıyla bu yıl okuduğum romanlar arasında ilk on roman arasında yer alması gerektiğini düşündüm.

 

yıl içinde yayınlanan zeplinart adlı derginin 7. sayısında (sayfa 17) da ayrı bir yazıyla dile getirdiğim, sevgili aslı janat & özden karan'ın birlikte kaleme aldıkları efsunlu bir hazan adlı romanın da benim listemin ilk on romanı arasında 8. sırada yer alması, söz konusu yazımda ifade ettiğim, bu tür roman yazma örneklerinin çoğalması dileğimi yansıtacağı düşüncesinin bir sonucuydu.

 

listemin dokuzuncu sırasında yer alan hıncahınç adlı roman, sevgili arkadaşım figen şakacı'nın yıl içinde hakkında sıkça konuşulan bir yapıtıydı. sevgili şakacı'nın da diğer roman ve öykülerini bitirgen'den başlayarak keyifle okuyorum. bu romanda istanbul'un bir semtindeki sıradan insanların arasında geçen olaylar, ülkemizin son on yılını dikkât çekici bir şekilde önemli unsurlarıyla birlikte ortaya koyuluyor. gerçek karakterlerin yaşamları ve başlarından geçenler, yaptıkları, birbirleriyle ilişkileri, çatışma ve birliktelikleri, toplumun hâl-ü pür melâli, çok güzel bir şekilde anlatılmış. özellikle sokak dili ve kahramanların deyiş, söyleyiş biçimleri, kimi kişisel ayrıntılarının belli bir bilgilenme sürecinden sonra çok doğru bir şekilde anlatılmış olması ve çok içerden bir anlatım toplumun bu kesiminin sesini onlara tanık olmayanlara duyurulmasının öncelenmesi de romanın benim dikkâtimi çeken diğer olumlu yönleri. bu nedenlerle hıncahınç'ın ilk on roman içinde yer alması gerektiğini düşündüm. kitapla ilgili olarak sevgili müge iplikçi ile yaptığı söyleşide kitapla ilgili önemli bilgiler veriyor.

 

şu anda burada mıyız? adlı roman da bir başka değerli ve genç arkadaşımın, sevgili pınar öğünç'ün ilk romanı. bu romana belki de bir "anti-roman" demek daha doğru. sevgili pınar daha önce okuduğum öykü kitaplarında da sıkça dile getirdiği ve çok iyi bildiği bir kesimin yine bugünkü dünyada ve zamandaki yaşantılarını hem içeriye, hem de dışarıya doğru bir bakışla, ama derinlemesine ve sürekli bir tür akışkanlık hâliyle ortaya koymuş bu romanında. dili ve anlatım özellikleriyle, anlatıda bıraktığı belirsizlikler ve okurun kendi dünyalarından bildikleri ve deneyimledikleriyle doldurmasını dilediği boşluklarıyla farklı ve özgün bir roman örneği yaratmış. bu tür metinlerin dünyadaki başka güncel örneklerinden hiç de eksiği olmayan bir yapıt olması her ne kadar ülkemizin "iç edebiyat" dünyası farkına varmasa da bir somut durum ve gerçeklik olduğunu bize gösteriyor ve sevindiriyor.

 

yıl içinde okuduğum, ağaçların rüyası (oylum yılmaz); diyamandi (sadık yalnızuçanlar); babaannemin usturası (esra pekin), unufak (rober koptaş); turuncunun kıvamı (behçet çelik); puslu kıtalar atlası (ihsan oktay anar); ve istanbul'da bir merhamet haftası (murat gülsoy) toplam olarak okuduğum diğer yedi yerli roman arasında yer aldı.

 

  geri  

 

 

Bu sayfa en son 09.01.2025 tarihinde güncelleştirilmiştir.