! Aghmet !

Sağ elini avucu yukarı bakacak şekilde açar uzatırdı. Bu çağrıyı hiç kaçırmazdım. Koşar gelir, avucuna elimi koyardım. Ağır ağır yükselirdi eli. Ben de beraberinde havalanırdım. Palavra gibi gelecek size ama o beni böyle tek eliyle havaya kaldırırdı.

Gençliğimizin ilk demlerindeydik. Üzerinden 30 yıla yakın zaman geçmiş. O zaman ben 37 kiloydum. O ise dev gibi bir adamdı. Ben en küçüktüm, o en büyüktü. Sinirlenince üzerine saldırırdım. Gövdesini yumruklardım. Kolunu çimdiklerdim. Kolu hep morarmış gezer, benle ve habire kabaran öfkemle baş edemezdi.

Ben sıska ve sinirliydim, o şişko ve keyifliydi. Hiçbir şeye aldırmazdı.(Kuyruklu yalan, her şeyi kafasına takar ama dışarıya vurmazdı.)

O benim abimdi. Aramızda doğru dürüst yaş farkı yoktu ama o hep abiydi. Bir şey koparmak isteyince abi der, kafam kızınca adıyla hitap ederdim. Sadece benim değil gruptaki bütün kızların abisiydi. O kocamandı çünkü. Gövdesi gibi yüreği de kocamandı.

Çok arkadaşı vardı.

Yoo, çok çok çok arkadaşı vardı. Tanıştığı herkesle arkadaştı. Herkesle de hemen tanışırdı. Herkes onun arkadaşıydı. O herkesin arkadaşıydı.

Ama benim için yeri bambaşkaydı. Biz dört kişiydik. Göbek bağımız birlikte kesilmiş gibi ortak yaşardık.

İstanbul Üniversitesi’ne kaydolduğumuzda, yok hayır“İstanbul Üniversitesi Tiyatro Topluluğu”nu kurduğumuzda tanışmış, kaynaşmıştık. Dörtlü olarak tiyatro yaptık üniversite yıllarımız boyunca. Oyun yazdık. Oyun yazmak için toplumsal araştırmalar yaptık. Oyun yönettik. Oyun sahneledik. Oyun oynadık. Oyun birlikte oynanır ama bir yazarı, bir yönetmeni, bir dekoratörü, bir ses düzencisi bir...olur. Bizse her şeyi birlikte yapıyorduk. Oyun azarı yerine “oyun yazma ekibi”, yönetmeni yerine “yönetim ekibi” v.b diyor, her şeyi ortak yapıyorduk. Çok kavga ediyorduk. Çok eğleniyorduk. Çok çalışıyorduk. Çok üzülüyorduk. Çok seviniyorduk.

Fakülteden mezun olunca grup dağıldı. Mecburi hizmete gidildi. Askere gidildi. Evlenildi. Çocuk büyütüldü. Arkadaşlığımız bitmedi. Yıllar sonra tekrar İstanbul’a dönünce daha sık görüşebilir olduk.

Bu tiyatro grubunda birlikte oynadığımız arkadaşlardan biri şimdi çalıştığım hastanenin tiyatro grubunda oyuncu olarak rol almış. O gösteriye gidecektik birlikte. Oyun öncesi sizin evde buluşalım, beraber gidelim, dedi. Olmaz, dedim. Sana yemek pişiremem, o akşam işim var, dedim telefonda.

Yemek isteyen mi oldu senden, dedi.

Sen şimdi istemem dersin, sonra ne pişirdin diye mutfağa dalarsın, ben seni bilmez miyim, diye direttim.

Oyun bitti.

Hadi bizde kahve içelim, dediğimde anladım kızdığını. Gelmedi bizim eve.

Ne kadar kızsa da çok kızamazdı bana. İki gün sonra tatile çıkıyorlarmış. Tutturdu birlikte gidelim, diye. Gidemem, işim çok dedim. Çok ısrar edince, (ki ben az ısrara bile dayanamam, hele konu gezmek olunca), de ki gelmeye kalktık, rezervasyonumuz yok, gittiğin yer kamu tesisi, biz böyle apar topar nasıl gelebiliriz ki, dedim.

O iş kolay, dedi. Bana iki gün izin verin, ben oradakileri ayarlar en kral daireyi size ayırtırım.

Gelemem, dedim gene. Gelirsin, dedi.

Gittim.

O bana, gör bak geldin işte, demedi.

Ben ona, gör bak işte geldim, dedim.

İki günde bütün personeli kendine aşık etmiş. Hepsi boy hizasına geçmiş, başları önde dikiliyorlar.

İçim öfke dolu.

Tekmeler atmak, küfürler etmek istiyorum.

Kolunu çimdiklemek istiyorum.

Kafanı yarmak, gözünü şişirmek istiyorum.

Upuzun uzatılmış, bembeyaz paketlenmiş. Bir kutunun içine tıkıştırılmış.

Dokunulamazmış.

Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Öyle güçsüzüm ki avazım haykırışlara yetmiyor.

Ben bu acıya dayanamıyorum.

Pam pamm pam.

Pam pam, pamm pampam.

Pam pa pampam.

Pam pam pam pam pam.

Pam pam, pam pam, pampamam pam papamm pam.

Patlayacak gibiyim.

Bir çığlık koyversem rahatlayacağım.

Çığlığım cılız bir ciyaklamayı aşamıyor.

Karnım çok aç, canım yemek yemek istiyor.