anma

"Senden özür diliyorum Levent!"

2 Mayıs 1980 Cumhuriyet
10. Sayfa: İki sütuna haber: "İstanbul Tıp Fakültesi'nde can güvenliği gündemde"

9 Mayıs 1980 Cumhuriyet
9. Sayfa: Çatışma haberleri içinde bir paragraf : "Çapa Tıp Fakültesi öğrenci kantinine bomba atıldı. Ölen yok."

10 Mayıs 1980 Cumhuriyet
5. Sayfa: Çatışma haberleri içinde bir paragraf : "Dün Aybastı'da henüz yeni göreve başlamış olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu Dr. Ercan Gündoğdu Sağlık Ocağından evine giderken tabancayla vurularak öldürüldü."

22 Mayıs 1980 Cumhuriyet
5. Sayfa: Şiddet haberleri içinde bir paragrafta iki kişinin cesedinin ayrı ayrı yerlerde çuval içinde bulunduğu veriliyor.

24 Mayıs 1980 Cumhuriyet
1. Sayfa manşet: "Evi basılan kadın doktor öldürüldü."
5. Sayfa bir vefat ilanı "Çapa Tıp Fakültesi 3.sınıf öğrencisi Levent Taşçıoğlu'nun cenazesi yarın kalkacak."
9. Sayfa Şiddet haberleri içinde bir paragraf : "Fatih Mecidiye'de geçen çarşamba günü bir çuval içinde kurşunlanmış olarak bulunan cesedin, Çapa Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Levent Taşcıoğlu'na ait olduğu bildirilmiştir. İGD üyesi olan Taşçıoğlu'nun 'Faşistler tarafından kaçırılarak işkence edildikten sonra katledildiği, bu olaydan 4 gün önce de Çapa Tıp Fakültesi girişinde Mehmet Sel, Hüseyin Cahit Külüng ve Hüseyin Seçkin adlı sağ görüşlü öğrencilerin de dahil olduğu' bir grubun saldırısına uğradığı ve bu kişilerin kaçırma olayıyla direkt ilgilerinin bulunduğu iddia edilmiştir. Olay üzerinde dün Çapa Tıp Fakültesi'nde derslere 30 Mayıs akşamına kadar ara verilmiştir."

25 Mayıs 1980 Cumhuriyet
1 Sayfa Manşette resimli haber: "Faşist terörün üç kurbanı toprağa verildi."

24 Mayıs 2000
Her yıl olduğu gibi Diş Hekimi Sevinç Özgüner'in mezarı başında anma törenindeyiz. Aramızda İstanbul Tabip Odası'nın eski ve yeni yöneticileriyle hekimler var.Tabii ki onun yakınları, çocukları. Bir de bugün çoğunun yaşları yetmişi aşmış ama işleri bitmemiş, gerçekten her biri genç, gelecekten ve sosyalizmden umutlu birer delikanlı olan onun eski dostları, omuzdaşları var. Hemen herkes geçmişi düşünüyor. Geçmişi ve geçen zamanı düşünüyoruz. Kimi düşündüklerini sesli olarak ifade ediyor.

"Ölüm nereden ve nasıl gelirse...."

O dönem cenazeleri toprağa verenlerin arasında birisi o dönem Mimar Odası yöneticiliği yapan Şaban Toprakoğlu da var.Yaptığı kısa konuşmasında Özgüner'in mezarının arkasındaki mezartaşını işaret ederek, mezartaşında yazılı olan bir dörtlükten sözetti. O mezarda yatan genç çocuğun da bir tıp fakültesi öğrencisi olduğunu söyledi. Amacı faşist terörün neleri götürdüğünü vurgulamaktı. Amacı defalarca yinelediğimiz "katiller bulunsun" sözünün gereğini bugüne kadar yerine getirmeyenlere bir gönderme yapmak, geride kalanları uyarmaktı.

Anma törenlerinde saygı duruşunda bulunulur. Bu saygı duruşu bir dakikalıktır çoğunlukla. O bir dakika insana bitmez gibi gelir. Geçen zaman, saygı duruşunun adına yapıldığı kişi düşünülür, çoğunlukla. Yıllar bir film şeridi gibi geçer insanların gözlerin önünden. Ölüm ve yaşam düşünülür.

Ben o genci, Levent'i düşündüm. Benden iki sınıf küçük o yakışıklı, sarışın genç. Benden daha mücadeleciydi. Aynı siyasi çizgiyi paylaştıkları arkadaşlarından da. Ben enaz yaptıklarım kadar sorumlu olduğum yapmadıklarımı düşündüm o sırada.

"Senden özür diliyorum, Levent"

Senden özür diliyorum yirmi yıl sonra Levent. Bine yakın tıp fakültesi öğrencisi olarak o dönemde yitirdiğimiz, yaşasalardı bugün bizler gibi hekim olacak pekçok arkadaşımızı, insanımızı o yanlış, o hunhar, o geride kalanları kahredici "ölüm"e teslim ettiğimiz, sizleri ölüm karşısında bir başına ve çaresiz bıraktığımız için özür diliyorum, Levent. Sorumlusu olmadığımız bir savaşta sizleri yaşatmayı beceremedik. Kimsenin ölmemesini sağlamayı beceremedik. 16'sında ipte yaşamını verenleri ipe göndermemeyi, 17'inde işkence de ölenleri işkence tezgahlarından söküp almayı beceremedik. 18'sinde onurlu ölüm oruçlarında güzel insanlarımızı ölüme teslim etmemeyi beceremedik. Ama sizlere karşı ödevimizi yerine getirmedik Levent. Bu nedenle senden özür diliyorum.

"Senden özür diliyorum, Levent"

Sen öldürüldüğün ve gömüldüğün sırada, yani o ortamda tüm olumsuzluklara karşın biz aynı sıraları paylaşanlar için yaşam ve mücadele sürüyordu. Tam o sırada Ankara'da ODTÜ Tiyatro Şenliği'ndeydik okulun tiyatro grubuyla. Üniversitemiz adına katılmıştık. Senin ölümün de her an her yerde yaşadığımız benzer ölümlerle aynı gelmişti bize o sıralar. Bizler, kitapla, kağıtla, kalemle, müzikle, kostümle faşizme karşı savaşmayı sürdürmeliydik. Faşizmle mücadele böyle de yapılıyordu. Pekçok düşünüre, yazara, sanatçıya öykünüyorduk. Tek farkla arada sol kolarımızı havaya kaldırıp "Ölüm nereden ve nasıl gelirse..." diyorduk.

Bu nedenle gömüldüğün yeri bilmiyordum. Sonradan da pekçok arkadaşımızı yitirdiğimizde onların mezarları bizler için yüreklerimiz olduğundan, fiziki mekanların neresi olduğunun üzerinde durmadık.

Ama ölüm acısı geçiyor. İnsan belleği de unutmakla sakat. Tüm kötülükler gibi ölümü de unutuyoruz. Oysa unutmamak gerekir. Unutmamak ve hesap sormak gerek. Seni yirmi yıldır unuttuğum, mezarının her yıl gittiğim Sevinç Özgüner'in mezarının ardında olduğunu bilmediğim, seni de onunla birlikte her yıl anmadığım için sorumluyum Levent. Aynı örgütte bunları benden daha iyi bilen başkaları kadar olmasa da. Bu nedenle senden özür diliyorum.

"Senden özür diliyorum, Levent"

Ben meslek örgütümü evim bildiğimde henüz öğrenciydim. Bugün örgütümden sözederken; ençok kullandığım sözcük oranın "bir okul" olduğudur. Ama farklı bir okul olduğudur. O okulda mesleki ve akademik hiyerarşik kariyerin söz konusu olmadığını, üye olan, hatta tıp fakültesine öğrenci olarak adım atan herkesin o camiaya katılan herkesin birbiriyle her anlamda eşit, birbirlerine pekçok şeyi öğreten ve birbirlerinden pekçok şeyi öğrenen insanlar olduğunu söylerim hemen herzaman. Yanılmışım. Bir ayrım varmış. Benim bilmediğim farkına varmadığım bir ayrım varmış. Örgütün genel merkezinin yöneticileri her yıl anılır, ama aynı gün mezara verilen bir tıp öğrencisinin ötekinin hemen arkasındaki mezarda durmasına karşın unutulurmuş. Yukarıda ifade ettiğim bana hala doğru gelen bu düşünceyi herkese öğretemediğimiz için bu ayrımcılığa meğerse bizler de ortak olmuşuz.

Cenazen kalktığı gün orada sadece bu meslek odası değil, birçok oda ve örgüt sizleri toprağa verirken biraradaymış.ama bizler daha sonraki yıllarda hep o mezarın başına gittiğimiz halde seni unutttuk.

Ben iki yıl o meslek örgütünde yöneticilik yaptım. Yirmi küsur yıl o meslek örgütünün Cağaloğlu'ndaki binasının içinde oldum. Ben o meslek örgütü, örgütün doğruları, yapması gerekenler için kimi kere farklı düşünenlere karşı ama çoğunlukla herşey daha iyi, daha doğru, daha güzel olsun diye, kimse sağlığını yitirmesin, kimse kızamıktan ölmesin, kimse hastasına kötü davranmasın diye, kimse hastasını bakıp yüzünde "para" görmesin, kimse beraber mücadele verdiklerini, bu amaçlar doğrultusundan yaşamı da dahil pekçok şeylerini yitirenleri unutmasın diye o odanın salonlarında düşüncelerimi belirtip mücadele ettim. Ama seni unuttum Levent. Bu nedenle senden özür diliyorum.

"Senden özür diliyorum, Levent"

Bugün ülkemizde değişik bir dönem yaşanıyor. Bu dönemde ister gerçekten söylensin, ister rol yapılsın önemli bir istem dile getiriliyor şu sıralar. "Güneşin altında olan hiçbir şey gizli kalmasın" deniyor. "Herşey açığa çıksın" deniyor. Bugüne kadar gerçekleşen faili bilinen ve bilinmeyen tüm faili mechuller ortaya çıksın isteniyor. Susurluk Çetesi'nin, Hizbullahın, Kontrgerilla'nın, yerli yersiz, yerli yabancı tüm Gladio'ların bu ülkeye, bu ülkenin insanına ve bu ülkenin geleceğine ilişkin işledikleri suçlar ortaya konulsun, suçluları cezalarını çeksin isteniyor.

Ben de bu isteklere içtenlikle katılıyorum. Ama tam da bu noktada senden özür dilemek istiyorum Levent. Çünkü bunu istemenin yetmediğini biliyorum. Çünkü adına "gerçek" dediğimiz şey, ancak parçaları birleşince ortaya çıkacak kocaman bir "yap-boz"dur. Ve bizler o yapbozun değişik parçalarını biliyor, elimizde taşıyoruz. Ama bilmek yetmiyor. Bir de ortaya koymak gerekiyor. Peşine düşmek gerekiyor.

Elimizdeki olanakları, sahip olduğumuz erki, sahip olduğumuz güçlü örgütümüzü ve örgütümüzün gücünü ne yazık ki yeterince kullanmıyoruz, kullanamıyoruz. Birşeyler var. chi bizi tutuyor. Kıramıyoruz o bizi tutan saran çemberleri.

Senin gibi birçok başkalarının da hunharca katlinden sorumlu olan, enazından bu cinayetlerde kakısı, payı olan ve ettikleri yemindeki "önce zarar vermeyeceksin" ilkesiyle yaptıkları çelişen bu cinayetlerin ortağı olan ancak halen bu mesleği yapmayı sürdüren hekimler var. Bu hekimlerin bazıları sadece kendi hastalarının değil, başka hekimlerin ve tüm toplumun sağlığıyla ilgili kararlar verebilecek, rol oynayabilecek yer ve konumlarda bulunuyorlar. Bizler onların bu yaptıklarına karşın oralarda olduklarını, hekimlik yaptıklarını biliyoruz. Ama onlara bu durumlarını sürüdrmeleri için de olanak tanıyoruz Levent. Sen sağ olsaydın böyle mi yapardın, bilmiyorum. Ama ben dahil bizler böyle yapıyoruz. İşte bu nedenle senden özür diliyorum.

Son söz

"Özür dileme" sözlü bir özeleştiri şeklidir. Özeleştiri insanı geliştirir, insanı yeniler, mücadeleye daha bir dirençle, daha bir sıkı sarılmayı sağlar. İnsanlara ders verir. Daha az hata yapmamıza yolaçar. Ancak sadece sözlü özeleştiri yapmak yetmez. Asıl özeleştiri pratikte yani işte, eylemde verilir. Bizim örgüt düşüncemiz, bizim insana, insanın görev ve sorumluluklarına yaklaşımımız böyledir. Bence herkes için de böyle olmalıdır.

Bu dönemde yaşanan faili mechullerin ortaya çıkarılması sürecinde sizinkilerin de bulunması, suçluların cezalarını çekmeseler bile "suçlu" yaftasını ağır bir zincir gibi boyunlarında taşımaları için bizler de birşeyler yaparak, bu özeleştiriyi "kuvveden fiile" geçirmek zorundayız. Yukarda yazdığım özür tümcelerini senin ancak o zaman kabul edeceğinibiliyorum. İşte o zaman, yani gerçekler ortaya çıktığı zaman bu yazı asıl amacına ulaşmış olacak.

"Pekçok giden memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden."

Sizler artık başka bir denizde ev belki de başka bir limandasınız.

Olduğunuz yerden, denizlerden buraya artık yol yok. Artık dönüş yok.

Belki teker teker bizler de oraya gittiğimizde görüşebileceğiz.

Görüştüğümüzde bağışlanacak durumda olmak gerekiyor.
Bakalım becerebilecek miyiz?

Dr.Mustafa SÜTLAŞ
27 MAYIS 2000/İSTANBUL

Kaynak: Hekim Forumu Mayıs-Temmuz 2000-cilt:18 sayı: 139 / Sayfa: 20

  GERİ  

 

 

 

 

Bu sayfa en son 23.05.2016 tarihinde güncelleştirilmiştir.