GERİ

"Unutma Bahçesi" Üzerine

Latife Tekin'in romanlarını okuduğumda hep aynı şey oluyor: Kitabın son cümlesini de okuyup tamamlıyorum ve kitabı yeniden ve baştan okumak için derin bir istek duyuyorum. Sanki okurken kaçırdığım, göremediğim, anlayamadığım birşeyler var gibi geliyor. Aslında bunda kitabı okurken aldığım keyfin de payı var. Romanda anlatılanların içine girmek, orada olmak, onları bir daha yaşamak ister gibi. "Unutma Bahçesi"nde de öyle oldu.

Son paragraf, son cümle:

"Uyumaya gidecektim... Şeref, ağaçların arasından usulca süzülerek yaklaştı... Onu bekleyeceğimi biliyormuş gibi yüzüme bakıp yanımdaki sandalyeye oturdu."

İlk cümle:

"Bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben... Ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor."

Adının içeriğini bu kadar kısa ve net özetlediği bir başka roman var mıdır acaba?

"Unutma" ve "Bahçesi"

"Unutma" bir insanın varlığını sürdürebilmesi için belki de en gerekli şey.

"Bahçesi" de bir "ütopya"yı anlatıyor. O da bir insanın varlığını sürdürebilmesi için en gerekli şey.

* * * Latife Tekin uzun süredir Gümüşlük'te yaşıyor

Atasözüdür; "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" demiş atalarımız. Yani insansoyunun belleğinin unutmayla sakat olduğunu belirtmiş. Oysa unutmak insanı koruyan birşey. Unutmasaydık, unutamasaydık yaşarken beynimizin kıvrımları arasında kaybolur giderdik. Gerçekten de "birey" unutmalı, unutabilmeli. Kendisini, akıl ve ruh sağlığını korumak için unutmalı. Bunu istemesek de beyin kendi kendine yapıyor zaten. Bakıyor, değerlendiriyor, süzüyor, eliyor ve yalnız gerekli olanları sınıflayıp kaydediyor. Tıpkı kendi kendini düzenleyen bir bilgisayar programı gibi. Bakım ve onarım yapıyor ve yeni kayıtlar için yer açıyor. Her akşam uyuduğumuzda biz farkında olmadan bunları gerçekleştiriyor beynimiz. Ayrıntısını beyin ve sinirlerle uğraşan bilim insanlarına bırakalım. Meraklı olanlar onlardan öğrensin.

Sakatlık insansoyunun bir "toplumsal davranış biçimi" olarak unutmasında.

O da insansoyunun yaşadıklarından ders almamasını ve benzer felaketleri ve olumsuzlukları yeniden yeniden yaşamasında kendisini gösteriyor.

Tekin "Unutma Bahçesi"nde bu ikisinin elele, yanyana gittiğini çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor. Toplumsal belleği ise tek tek bireyler olarak unuttuklarımızın bizlerde bıraktığı "iz"ler oluşturuyor ve o izler bizim belirli davranışları sürdürmemizi sağlıyor.

Ama teker teker gösterdiğimiz bu davranışları toplum olarak aynı anda ve aynı şekilde gösteremediğimiz için aynı sıkıntıları, sorunları, felaketleri ve olumsuzlukları hep birlikte yaşıyoruz. Onları önceden gören birileri ne kadar uyarsa da yaşam o "unutma sakatlığı" nedeniyle onlarla birlikte sürüyor.

* * *

"Ütopya"larımız tıpkı o romanda Latife Tekin'in yarattığı gibi kendi kendimize yarattığımız "bahçe"lerdir, "ada"lardır. Onların içine kendimizi atar ve, dışardan gelecek, toplum olarak unuttuğumuz olumsuzluklardan bizleri koruyan ve yaşamın başka türlü olabileceğini "gösterdiğimiz" gerçekliklerdir.

Sanatın yaratılma süreci böyledir. Şimdilerde sanatsal yaratının ötesinde bir başka sanal yaratıcılık ütopyaları "somut"laştırıyor: "Sanal ortam".

"Unutma Bahçesi" sanal ortamdan yol açarak paylaşılmış bir ütopyanın "mümkün" olabileceğini, "olanaksız" görülenin aslında yaşamın içinde varolduğunu da bu kitapta ortaya koyuyor. Latife Tekin kitapları artık Yapı Kredi Yayıncılık tarafından basılıyor.

"Unutma bahçesi"nin içindeki gölde oluşan "çifte adalar"dır yaşadığımız dünya. Herkes kendi ömrünü yaşarken aslında kendi ütopyasını kendi adasında gerçekleştirir ve bunu da "unutma ve tabii unutamama" sayesinde yapar demeye getirdiğini düşünüyorum; Latife Tekin'in.

* * *

"Unutma Bahçesi" bir de arka planda işlediği konu var: "Av ve avcılık". Yani "av olmak ve avlanmak".

Bu da "unutma ve bahçe" ile çok ilişkili ve ona koşut bir tema.

Eğer yaşam bir süreç ise ve biz o süreç içinde bir yandan varolabilmek için gereksindiğimiz şeyleri avlamak, ama bir yandan da kendimizi bizi avlamak isteyen herşeyden korumak istiyorsak "unutma" ve "ütopya"rımız olmak zorundadır. Ve yine eğer kendimiz için bir "ütopya" yaratmak istiyorsak da "avlanmak, avcı olmak" zorundayızdır, yaşamdan birşeyleri aparmak, koparmak adına. Gözdüğümüz, düşündüğümüz, yaşadığımız tüm güzellikler ve iyiliklerdir onlar. Ama hepsi de birilerinden ve birilerine rağmen avlanmış, bir başka deyişle çalınmış.

Doğa ve doğaya dönüş "korunmanın" en kolay yollarından birisi gibi gelir insana. Ama doğa da bir av ve avlanma ortamıdır. Korumaz sizi. Ancak korunmanız için bazı olanaklar, koşullar da sunar size. Avcıyken av, avken avcı olma olanağını ve koşulunu yaratır size.

* * *

"Unutma Bahçesi"ni bitirdiğim noktadan başa dönüp bir kere daha okuyacağım.

Size de öneririm.

3.11.2005-İstanbul

 

GERİ