tıpik


KAÇKAR'IN TEPESİNDE

"Zirve'de olmak ne demek?"

 

Yürü bire Kaçkar Dağı
Duman tutmuş solu sağı
İstemezem bahçe bağı
Ben Kaçkar'a gider oldum.

         

 

Yelin eser aman vermez
Suyun akar yolun sormaz
Ozan Eser gayrı durmaz
Ben Kaçkar'a gider oldum



23.8.2000    /

Zirve 3962 metre. Deniz yüzeyinden yani 0’dan 3962 metre yukarısı. “Zirve”de olmak ne demek?

Bulutlarla aynı düzeyde olmak, hatta onların üzerinde olmak ve bir gri-beyaz renk denizinin içindeki bir kaya parçasından ibaret bir adanın üzerinde olmak.

“Zirvede olmak” sözü, günümüzde yaşanan “küreselleşmenin” uzantısı ve aynı zamanda “in” olan bir yaklaşımla, “diğerlerinden farklı ve yüksekte olmak”, “başarma” ya da eskilerde kalan ve önemli bir değer olan bir başka yaklaşımla ise “kendini aşma” anlamlarında da kullanılabilir.

Benim için ise bunların hiçbiri geçerli değil, olmadı da. Ben bu tür bir girişimde önemli olanın o çıkış süreci olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla zirveye çıkınca ne kendimi farklı hissettim, ne de aşmış. Bence o süreçte on kişilik o küçücük ama kocaman grupla birlikte yaşanan ortaklık, dayanışma, aynı şeylere bakıp benzer etkilenmeler içinde yaşamaktı güzel olan.

Nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, adını ne koyarsanız koyun, yine de her gün yaptığınızdan farklı bir iş yapılıyor, Kaçkar’ın zirvesine çıkıldığı gün.

Gelen gider, giden gelmez
Kaçkar’ın dumanı gitmez
Bir dostluk ki zorda çıkar
Yaşam biter “an”lar bitmez

Biz on kişi, o gün için bize katılan başka altı kişiyle birlikte gerçekten bir ekip olduk. Tek amaca kilitlenerek karşılaşılan her türlü güçlüğü aşma duygu ve isteğiyle birer asker gibi davranan “erişkin”, “iş güç sahibi”, “aklı başında” insanlardan oluşan bir ekip. O gün birçok açıdan tümümüz bir farklılığı yaşadık. Eminim ki yaşayan herkes o günü farklı biçimde anlatacaktır. Tıpkı daha önce ve daha sonra her çıkanın farklı anlattığı gibi.Tıpkı benim şimdi anlattığım gibi. 

Son konaklama yeri olan 2000 metredeki Dilberdüzü’ne bir önceki gün akşam üzeri ulaşmış çadırlarımızı kurmuştuk. Güneş hemen yanımızdaki sarp dağların ardına doğru indikçe ortalık karanlıklaştı ve soğuk arttı. Ama bir önceki gece, Olgunlar mezarsında dere kenarında yaşananların güzelliği, saat 22’de bir tepsi gibi ortaya çıkacak gümüş bir sini gibi ayla aydınlanacak o dağ başı karanlığının atmosferi, titrememize karşın bizi birbirimize sokularak dışarıda tutmuş, insan üzerine, doğa üzerine, yaşam üzerine hoş bir sohbetin kucağına atmıştı. Arada mırıldanan türküler soğuğu yenmese de içimizde bir sıcaklığın akmasına yol açıyordu. Sabahı düşünerek 23 dolaylarında herkes çadırına çekildi. 

Gece çok az uyuyabildim. Bunun en büyük nedeni soğuktu. Sabah beşte kalktık. Temizlik kahvaltı derken çıkışımız 6.15’i bulmuştu. İlk önce iki saatlik dik bir yürüyüşle Deniz gölüne vardık. Dağın tepesinde turkuaz mavisi bir göl. Suyu buz gibi. Yolda buzulların üzerindeki  karın tadına bakmıştık. Suyun da o buzullardan akan suyla oluştuğunu öğrendik. “Zaman olsa da girsek” dedik. Gerçekten yapıp yapamayacağımızı düşünmeden. Yarım saatlik bir moladan sonra yeniden yola düştük. Saat 13.45’de zirveye ayak bastığımızda yaklaşık yedi saattir yürüdüğümüzün ayrımına vardık.

Yiğit zoru zorda anar
Dertli derdi günde sanar
Gün ortasında ay gören
Dostu yol üstünde arar

Zirvedeki teneke kutunun içine güzelce sarılarak konulan zirve defterine her birimiz, bize o an için önemli gelen duygu ve düşünceleri yazdık. Ben “Hiç varamayacağız sanmıştım, ama sonunda başardık. Keşke şampanyamız da olsaydı. Belki bir dahaki sefere” yazdım. Gerçekten benim için ilk duygu buydu. Yaklaşık 4 saattir dağın eteğindeydik ve gözümüzle gördüğümüz, elimizi uzatsak dokunacağız sandığımız zirveye bir türlü varamamıştık.

Her birimiz farklı bir şeyler yaptı, yaşadı, hissetti zirvedeyken. Fotoğraflar çektik, çektirdik. Kimimiz bir şeyler yiyerek, kimimiz bir keyif sigarası ya da piposu içerek zirvenin keyfini yaşadı. Aşkını dile getiren, o yükseklikte kumrular gibi birbirine sokulan çiftler de yok değildi aramızda. Neler anlattılar birbirlerine onları bilmiyorum. Anlatmadılar...

Ama bir ilginç noktayı belirtmek gerek. Zirvede son sigarasını içip sigarayı bırakan 30 küsur yıllık sigara tiryakisi bir sevgili dostumuz oldu. Turun başından beri ona, elinden bir an bile düşürmediği sigaranın zararlarını anlatıyor, nasıl vazgeçebileceğine ilişkin kimi önerilerde bulunuyordum. Benim uyarı ve önerilerimin ne kadar yararı oldu bilmiyorum ama o sigarayı bıraktı. Bu kararı alan ve uygulayan herkes sigara bırakmakla ilgili sav, bir teori ve düşünce ortaya atar. Onunki de oldukça ilginçti: “Ben son sigaramı Kaçkar’ın zirvesinde içip orada bıraktım” dedi dönüş boyunca.

Çok sevdiği ve büyük bir keyifle içtiği sigaradan, 30 küsur yıllık dostundan böyle hoş, pek az kişinin gerçekleştirebileceği bir biçimde ayrılması onu başkalarından farklı kılıyordu. Başındaki şapkaya zirvede bulup taktığı kartal tüyüyle, biran bile elinden düşürmediği ağız mızıkasıyla, farklı bir mistisizmiyle, bir modern çağ dervişi olan hepimizin sevgili “Eser Hoca” sına, sigarayla ilgili olarak, benim şu an övünebildiğim kimi yardım ve katkılarım oldu. Güzel bir insanı sigaranın zararlarından en azından bu tarihten sonra korumak için yaptığım bu katkı  ve destekler kendimi “farklı hissetmem” adına sıralayabileceğim ilk ve tek şeydi belki de.

Kemal’i der bitmez konu
Bilen bilir, sormaz yolu
“An” geçidinden geçen için
Kaçkar Dağı yolun sonu

Gerçek yaşamda olduğu gibi zirvede uzun kalınmıyor. Öğleden hemen sonra bastıran sis ve değişebilen hava ile akşama kadar aşağı inme zorunluluğu “zirve keyfi”ni kısa tutmamıza yol açtı. Geldiğimiz gibi geri dönmeye başladık. Tek farkla. Hedefin bir bölümü, belki de en can alıcı bölümü sona erdiği ve bu sırada gerçekten yorulmaya başladığımız için indikçe ekip ruhu ve disiplini de inmeye, azalmaya başladı. O kadar ki çıkışa göre daha kısa sürse de yaklaşık 4,5 saatte vardığımız Deniz gölü kenarına geldiğimizde herkes yalnız kendisinden sorumluluk duyar ve bağımsız bir haldeydi.

Bu duygu ve davranış durumunun kuşkusuz bir dolu bilimsel ve psikolojik açıklaması vardır. Ama bunları ne o zaman ne de sonrasında kimse bir kere daha dile getirmedi. İniş aynı hızla sürdü. 19.15’de kap yerine varan ekibin ilk bölümü toplam 13 saatlik bir yürüyüşü tamamlamıştı. Vuran ayakkabılar, aşırı yorgunluk, sıvı kaybı vb. nedenlerle Deniz Gölü kıyısında daha uzun süre mola vermek zorunda kalan grup ise yaklaşık 1,5 saat sonra Dilberdüzü’ne vardı. Ayak üstü yenilen akşam yemeğinden sonra herkes yorgun argın çadırına çekildi. Hepimiz bir tür gezi günlüğü tutuyorduk. Eminim diğer arkadaşlar da benim gibi günlüklerine o günü yazdılar. Ben de o gün yazdıklarımı bir daha gözden geçirip sizlere aktarıyorum. Dileğim Kaçkar’a çıkmanız. O keyfi benim gibi yaşamanız.

Yolu mu ne? Kaçkar size sandığınızdan çok yakın.

Fotoğraflar: Faik Can Özen, Awner Moncaz,

  GERİ  

 

 

 

 

Kaynak: Hekim Forumu Eylül-Aralık 2000-cilt:18 sayı: 141 / Sayfa: 35

Bu sayfa en son 23.05.2016 tarihinde güncelleştirilmiştir.