|
Çocukların Tanı ve Tedaviye Katılımı
Mevzuatta olmasına rağmen çocuğun tanı ve tedavi sürecine aktif katılımı sağlanamıyor. Çocuğu bilgilendirmeme korkmasına, güven duymamasına neden olur. Çocuklar da kendi sağlıklarıyla ilgili kararları yeterince aydınlatıldıktan sonra vermeyi istemelidir.
BİA Haber Merkezi
12/08/2006 Mustafa SÜTLAŞ
BİA (İstanbul) -
Acil durumlar dışında çocuklar çeşitli sağlık hizmeti gereksinimlerini velileri veya ebeveynlerinin kararları doğrultusunda ve onların izin verdiği oranda karşılarlar.
Daha açık deyimle onların sağlıklarıyla ilgili kararları kural olarak "büyük"ler verir. Bu kararlar kuşkusuz onların "yarar ve çıkarları" doğrultusunda alınır ve "doğru" uygulandığı zaman da çocuklar bir zarar görmezler.
Ancak unutulmaması gereken; bu süreçte kararı veren kişilerin bireysel gereksininim, istek, niyet, düşünce ve tercihleri bu süreçte etkin, hatta kimi kere egemen olacağı gerçeğidir. "Karar" ne kadar doğru ve sonuç ne kadar "yararlı" olsun, yine de bir "eksik"lik söz konusudur.
Bu eksikliğin söz konusu olmaması, oluyorsa giderilmesi veya önlenmesi uygulamanın dayandığı mevzuatta da ortaya konulmuştur.
Ülkemizde halen yürürlükte olan mevzuat bağlamında en açık ve somut düzenlemeyi içeren, 1998 tarihli "Hasta Hakları Yönetmeliği"nde, ona dayanak olan başta uluslararası belge ve sözleşmeler olmak üzere, diğer yerli yasaların tanımladığı çerçeve içinde "Küçüğün veya Mahcurun Tıbbi Müdahaleye İştiraki" başlıklı 26. Maddede açıkça "Kanuni temsilcinin muvafakatinin gerektiği ve yeterli olduğu hallerde dahi, mümkün olduğu ölçüde küçük veya mahcur olan hastanın dinlenmesi suretiyle tıbbi müdahaleye iştiraki sağlanır" denilmektedir.
Çocuğu bilgilendirmeme korkmasına neden olur
Mevcut uygulamada çocuklara yönelik girişim ve işlemlerin bu hüküm doğrultusunda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine veya verilen kararlara çocuğun ne oranda ve nasıl katılımının sağlandığına ilişkin somut verilere ne yazık ki sahip değiliz.
Bununla birlikte en azından çocuklara yönelik bir bilgilendirme işleminden söz edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü çocuklar, bu bilgilendirme yapılmadığı koşulda; en başta "korku" nedeniyle yapılacak işlemlere karşı koymakta ve yapılacak işlemleri engelleme tutumu içinde olmaktadırlar. Dolayısıyla bilgilendirme işlemi bir "hak olması" temelinde değil, daha çok çocuğu "rahatlatma" amaçlı olarak uygulanmaktadır.
Dahası bu bilgilendirme verilecek kararlara katılım düzeyine varmamaktadır. Bunu somut gözlemlerden yola çıkarak söylemek mümkündür. Başka bir deyişle kendileriyle ilgili "tanı ve tedavi süreçlerine" çocukların katılımı, büyük oranda sağlanmamaktadır.
Bunun nedenleri irdelendiğinde "zamansızlık" en çok ileri sürülen gerekçedir. Bir diğeri ise sağlıkçı ve hekimlerin bir çoğunun zaman zaman ifade ettiği; "çocuğun çocuk olması nedeniyle doğru karar veremeyeceği" gerekçesidir. Mevzuatta ki zorlayıcı hükümlerin de o doğrultuda olması çoğunun "aile veya yasal temsilcinin onamını" yeterli görmesiyle sonuçlanmaktadır.
"Hekim, iğne, sağlıkçı" korkusu
Bu "eksik uygulama"nın hem bireysel hem de toplumsa bağlamda iki önemli olumsuz sonucu vardır:
İlki çocuğun mevcut sağlık hizmeti uygulayıcılarına genel ve ayrımsız tepki duymasına yol açmasıdır. Çünkü onun katılabileceği bir süreçte dışarıda bırakılmakta, ama uygulama onun üzerinde gerçekleşmektedir.
Bu durum çocukta önemli ve haklı bir tepkiye yol açmaktadır. Ama daha da önemlisi bu tür uygulamalar, çocuğun gelişimi bakımından, ileride etkileri ve izleri ortaya çıkacak olan bir travmaya yol açacaktır. Bu tepkiye bir ölçüde ebeveynlerin yarattıkları "hekim, iğne, sağlıkçı" korkusunun da katkıda bulunması söz konusudur.
İkinci olumsuz sonuç ise çocukta ortaya çıkacak olan "sağlık kurumuna" yönelik bir güvensizlik duygusudur. Bu da onun sağlık kurumlarıyla ilerideki ilişkilerini olumsuz etkileyecektir.
Bunu geliştiren ve genel yaşamı da etkileyen bir başka sonuç ise "sağlık kurumları'nın tabi olunması gereken bir erk/otorite olduğu duygu ve düşüncesidir" ki bu da sağlıkla hizmeti ilişkisindeki toplumla sağlık kurumu arasındaki "karşıtlığın" en önemli nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Bu nedenle sağlık kurumu birey ilişkisi hep "korkutan/korkulan" bir ilişki haline getirilmiştir.
Tüm bunlar gerek sağlık hizmeti gerekse bireyin sağlık hizmeti gereksiniminin karşılanması bakımından büyük olumsuzluklar yaratacak unsurlardır.
Oysa söz konusu yönetmelik ve ona dayanak olan diğer mevzuattaki düzenlemelerin "harfiyen" uygulanması da bir zorunluluktur. Bunu yerine getirme görevi ise durum ve koşulları, ya da güçlükleri ne olursa olsun sağlık hizmeti sunanlardır. Çocukların sağlık hizmetlerine her durumda, fırsatta ve gereksinim duyduğunda katılımı; hem onların daha sağlıklı olmalarına, hem de daha iyi bir sağlık hizmetinin birlikte üretilmesine yol açacaktır. Yani iki taraflı bir "yarar" söz konusudur.
Sağlıklıyken de çocuğun sağlık kurumuyla ilişkisi olmalı
Burada belirtilmesi gereken en önemli noktalardan birisi de çocukla sağlık hizmeti ilişkisinin onun herhangi bir sağlık hizmeti gereksinimine bağlı olmadan başlaması ve sürdürülmesidir.
Çocuk sağlıklı ve "iyi" iken hizmetinden yararlanacağı sağlık kurumu ve sağlık çalışanlarıyla ilişki kurmalı ve bunu geliştirmelidir.
Çocuğun gelişimi sırasındaki izlem ve sağlığını geliştirmeye yönelik tıbbi hizmetlerin düzenli ve sık olarak sunulması; onun kendi sağlığıyla ilgili gereksindiği her türlü bilginin düzenli bir şekilde verilmesi; anne babası ve yakınlarından gördüğü şefkat ve sevgiye benzer bir biçimin söz konusu olması; sağlığıyla ilgili gerçekten önemli ve yaşamsal kararları alma aşamasında da; doğru ve etkin katılımın sağlanması bakımından da önemli ve yararlı olacaktır.
Görev temel olarak sağlıkçılarındır; ama başta ebeveynler olmak üzere "çocuklar" da kendi sağlıklarıyla ilgili kararları yeterince aydınlatıldıktan sonra vermeyi istemeli bunu başarmalıdırlar.(MS/EZÖ)
|
..... |