Y
AZILARIM / Sağlık Hakkı-Hasta hakları
| Bu yazılar her hafta cumartesi günleri Bağımsız İletişim Ağı'nin BİAMAG Sayfasında yer almaktadır.|

Yaşamın Kıyısında

Yaşamın kıyısındayken hepimizin "onurlu bir şekilde ölme hakkı" olacak. Ancak "onurlu ölme" ve "acı-ıstırabın dindirilmesi hakkı" yalnızca sağlık kurumlarının iyi çalışmasıyla kullanılamaz. Toplumun da bilgili, bilinçli olması gerekir.


BİA Haber Merkezi
13/11/2004    Mustafa SÜTLAŞ       musutlas@gmail.com

BİA (İstanbul) - Hasta hakları arasında "onurlu şekilde ölme" hakkı da vardır.

Yaşlılık yaşamın ölüme daha yakın olunan dönemidir. Bir anlamda yaşamın kıyısında olmak da denebilir. Yaşlanarak yaşamın kıyısına gelenler, yaşamın diğer dönemlerine göre, sağlık hizmetlerini daha sık ve daha yoğun bir şekilde talep ederler. Bu hizmetlerin yaşamı mı, ölümü mü uzattığıysa, hep tartışılır.

Somut durum her kişide, her durumda ve her ölümde farklılık gösterdiğinden hekimler, "hastalık yoktur, hasta vardır" derler.

Ama genel bir yaklaşımla, "yaşamı yaşlılığa karşın sürdürebilenler için bu hizmetlerin genellikle 'yaşamı'; bedensel faaliyetleri sürdüğü halde 'ölü' haline gelenler için de genellikle 'ölümü uzatmak' anlamına geldiği" söylenebilir.

* * *
Hangi hal olursa olsun bu dönemi "hepten rezillik" çekmeden sona erdirmek "onurlu ölme hakkı"nı kullanma anlamına gelir.

Bu hakkı anlamlı kılan bir unsur da her türlü "acı ve ıstırabın dindirilmesi" ve bu mümkün değilse "azaltılması"dır. Aslında bu da herkesin sahip olduğu hasta haklarından birisi ve onurlu ölme hakkını bütünleyen bir haktır.

"Acı ve ıstırabın dindirilmesi ya da azaltılması"nı yalnızca hastalığın bedende yaptığı olumsuzlukların yarattıklarıyla sınırlamamak gerekir. Kastedilen aslında, yaşamın sürdürülmesine yönelik girişimler, uygulanan tedavi ve bakım hizmetleriyle, olan bitenin farkında olan bir insan için sevdiklerinin katlandıkları sıkıntıları görmenin verdiği "acı ve ıstırap"tır. Belki de bu sonuncusu insanı daha çok kahreder.

Onurlu bir ölüm bunların olası en alt noktada tutulması halini anlatır. Hatta huzurlu ve mutlu bir ölümü sağlayacak unsurların eklenmesini de içerir. Eğer inançlıysa "ibadet etmek", dünyada bir iz bırakmak gibi bir amacı varsa "onları yerine getirmek", "yarım bıraktıklarını tamamlamak", "belirli üretimlerde ya da aktarımlarda bulunmak", "kendisiyle hesaplaşmak", "ölümden sonrayı hazırlamak" gibi unsurların yerine gelmesini sağlayacak "pozitif" destek ve katkıların da yapılması da arzu edilir.

Çünkü "huzur" yalnızca sorunların yokluğu değildir. Aynı zamanda insanın yaşamının da anlamlı kılınmasıdır.

* * *
Batıda özellikle ölümün kaçınılmaz son olduğu hastalıkları ve öngörülebilir ölümleri yaşayanlar için "ölüm evleri" yapılmıştır. Yetkin kişiler elinden etkin hizmetler verilerek "onurlu" bir ölümün sağlanmasına çalışılmıştır.

Toplumsal yaşamından ve doğal ortamından, özellikle de sevdiklerinden ayrı bir şekilde ölümle başbaşa olunan bu yerlerin görüntüde "onurlu" bir ölüm sağladığı sanılırken, bir tür toplama kamplarına döndüğü fark edilmiş ve giderek terk edilmiştir.

İkinci seçenek bu sürecin sağlık kuruluşları içinde geçirilmesi olmuştur. Ama bunun da çare olmadığının kısa sürede farkına varılmıştır. Çünkü ölümün kıyısındaki bir insana sağlıkçılar isteksiz/gönülsüz yaklaşmışlardır.

Sağlık çalışanları ölümü izlemeyi ve ona eşlik etmeyi istemezler. Çünkü görevlerini "yaşatmak" en azından "yaşamı uzatmak" olduğunu düşünürler ve buna gayret ederler. Bu da bu dönemdeki bir insan için çoğu zaman sıkıntı ve acının artması anlamına gelir.

Diğer yandan bu dönemde ticari sağlık sektörünün de bazı dayatmaları gündeme gelir. Çünkü bu dönem, çok ve yoğun sağlık hizmeti verilebilecek, dolayısıyla para kazanılabilecek bir dönemdir.

Bunların sonucunda "yaşamın kıyısında" olan insan bir anlamda tıp teknolojisine ve onun uygulamalarına maruz kalarak, yaşarken bir tür "işkence" çeker hale gelir.

Dolayısıyla bu tür bir çözümün de ölüme giden bir insan açısından "onurlu" ve "doğal" olmadığı konusunda ortak düşünceye varılmaktadır.

* * *
Şimdilerde "yaşamın kıyısında" olanların, bu dönemi kendi doğal ortamı ve çevresinde geçirmesi daha çok benimseniyor. Ancak bu yol yeğlendiğinde, kimi sağlık hizmetlerinin ev ortamı içinde sunulması gerekmektedir.

Bu da o kişinin yakınları ve çevresi için bazen karşılanamaz düzeye yükselen maddi ve manevi külfetler doğurur. Dahası şen şakrak bir evin bir tür özel "hastane" ve hatta "ölü evi"ne dönüşmesi kolay kolay kabul edilmemektedir. Bu durumda olan kişiler de genellikle bundan rahatsız olurlar. Ona bakanlar da. O nedenle bazılarınca "pasif ötenazi" de denilen; "doktor ne yerse yesin dedi evine yolladı" söylemi bu durumdaki kişiler için yaşanılan bir durum olmaktadır. Oysa bu ikisinin arası mümkündür.

Bu dönemdeki gerçek gereksinimlerin yine dayanışma temelinde ve kamusal bir destek sistemiyle ve organizasyonuyla sağlanması daha akla yakındır.

Bunlar da "onurlu ölüm hakkı" ve "sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı"nın kapsamının ve içeriğinin genişlemesi, büyümesi, daha ayrıntılandırılması anlamına gelmektedir..

Henüz temel sağlık hizmetlerini sunamayan bir sağlık sisteminden bunları beklemek, günümüzde pek çok kişi tarafından "ütopik" bulunur. Böyle olması ve toplumca böyle değerlendirilmesi bu hakların yokluğu anlamına gelmez. Çünkü pek çok kişi de yakınları için bu ortamı yaratabilmektedir. Yapılması gereken bunun herkes tarafından yararlanılan bir hak ve erişilen bir hizmet haline gelmesidir. Her şeyden önce bireylerin bunların hakkı olduğu bilincine ulaşması ve talep etmesi gerekmektedir.

* * *
Bir süre önce beni arayan; 80 yaşındaki annesine bir sağlık görevlisi gibi hizmet eden orta yaşlı hanımın anlattığı sorunlar için önerdiğim çözümler de hep bu anlattıklarımın doğrultusunda olmuştu. O ısrarla hastanenin ona sağlamadığı ya da gereksiz bir biçimde vermeye çalıştığı hizmetler için isyan ediyor ve haklarını öğrenerek o sağlık kuruluşunun yetkili ve görevlilerine karşı mücadele etmek istiyordu.

Ben ise bunun yapılmasının doğru olduğunu söyler ve ona yol gösterirken bir yandan da ısrarla annenin, gereksinim duyduğu bu tıbbi hizmetleri kendi doğal ortamında ve aile çevresinde vermenin hem olası hem de daha doğru ve insani olduğunu söylüyordum.

Soğuk hastane duvarları, bir dolu tıbbi araç gereç, insan sağlığına yönelik sürekli olumsuzluklar ve riskler yaratan hastane ortamından kurtulmanın mümkün ve gerekli olduğunu sürekli vurguluyordum.

Onun annesi için "her şeyi yapmak istemesi", bu yolla "vicdanen huzurlu olma" talebinin, annesinin haklarıyla bağdaşır bir noktada uzlaşmanın doğruluğunu vurguluyordum.

Başta anlattıklarımı kavramadı ve çok uzun itirazlarda bulundu. Ama sonra çektiği sıkıntılara bir de, annesinin yattığı hastane tarafından "kandırıldığı" duygusu eklenince iplerin kendilerinde olması onun için de daha mantıklı geldi.

Bir süre denediği ev içinde "bakım" uygulamasının, daha önce olduğu gibi "el yordamıyla" değil de bu kez bilinçli ve planlı bir şekilde düzenlenmesi, hem onu hem de 80 yaşındaki anneyi mutlu etti.

Ölümden önce kısa süreli bir iyilik halini o yıllardır yaşadığı ev ortamında geçirmek, ama hastalıkların verdiği sıkıntıların da tıpkı bir hastanedeymiş gibi bulunan çözümlerle ortadan kaldırılması, özellikle çok güçleşen beden faaliyetlerini kolaylaştırıcı uygulamaların yapılması, bu dönemin gerçekten "insan onuruna yakışır şekilde geçmesini" sağladı.

* * *
Tüm bu süreç içinde sağlanan bilgi ve deneyim, kızı bu işi yapma durumunda olan başkalarına yardımcı olmaya, en azından düzeni oluşturmak için bilgi ve deneyimlerini aktarmaya yöneltti. Bunun verdiği mutluluk, annenin kaybının acısını da azalttı.

"Onurlu bir şekilde ölme ve acı-ıstırabın dindirilmesi hakkı"nın gerçekleşmesi yalnız sağlık kurumlarının iyi çalışmasıyla olanaklı değildir. Toplumun ve yakınların da bu sürece bilinçli ve aktif bir şekilde katılması gereklidir. (MS/BB)
.....